REKLAM ALANI

Kod Adı İstanbul: Yerin Altında Yazılan Bir Bekâ Hikâyesi

Kod Adı İstanbul: Yerin Altında Yazılan Bir Bekâ Hikâyesi
REKLAM ALANI

Yıl 1953… Avrupa kıtasının iki kutba bölündüğü, nükleer tehditlerin gökyüzünü sürekli gri bulutlarla örttüğü bir devir… Doğu ile Batı arasındaki tahammülsüzlük, diplomasi kanallarını değil, sığınakların temelini derinleştirmekteydi. İşte böyle bir zamanın akabinde, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin kalbinde sessiz, fakat büyük bir inşa faaliyeti başlamaktaydı. Proje, yalnızca betonarme bir yapının değil, aynı zamanda bir devletin geleceğe dair varlık tasavvurunun yerin altına işlenmiş halini teşkil etmekteydi.

Bu yeraltı kompleksi, resmî olarak Armijska Ratna Komanda D-0 ismiyle kayda geçmekteydi. Ancak yüksek rütbeli askerî kadroların ve strateji kurmaylarının dilinde yapı, başka bir adla anılmaktaydı: Kod Adı İstanbul.

REKLAM ALANI

Bu isim, elbette ki rastgele verilmemişti. İstanbul, yalnızca bir şehirden ibaret olmamış; çağlar boyunca kıtaların kesiştiği yerde hüküm süren akl-ı siyâsînin, kudret-i idarîyenin ve mülk-i saltanatın timsali olarak telakki edilmişti. “İstanbul” isminin bu gizli karargâha verilmesi, Yugoslav devlet aklının bu yeraltı yapısını bir nevi payitaht yedeği, ihtiyat-ı saltanat merkezi olarak konumlandırmakta olduğunu göstermekteydi.

Yapının yeri ise tesadüf eseri seçilmemişti. Konjic, Bosna-Hersek’in ortasında, nehirlerle bezenmiş, dağlarla çevrelenmiş bir kasaba olarak, yalnızca coğrafî değil; aynı zamanda stratejik hikmetiyle dikkat çekmekteydi. Bu nokta, eski Yugoslavya’yı teşkil eden altı cumhuriyetin başkentlerine uçakla en fazla 50 dakika mesafede yer almakta; olağanüstü durumda karar mercii olan siyasi ve askerî erkânın buraya intikali kolaylıkla sağlanmaktaydı. Dahası, etrafını kuşatan Prenj ve Bijela dağ silsileleri, tabii bir istihkâm işlevi görmekte; dışarıdan keşfi ve saldırıyı müşkil hâle getirmekteydi.

Konjic’in bir başka mühim cephesi ise, ab-ı hayat değerindeki su kaynaklarına sahip oluşuydu. Dağlardan süzülen ve yüzyıllardır halkın “şifalı” olarak nitelediği memba suları, yeraltındaki yaşam destek sistemlerine doğrudan bağlanmış; yapı içerisinde aylarca kendi kendine yetebilen bir ekosistem inşa edilmekteydi. Bu hâliyle D-0, yalnızca bir korunak olarak kalmayıp, müstakil ve daimî bir idarî ikametgâh olarak inşa edilmekteydi.

Yapının inşası, 26 yıl boyunca gizlilikle yürütülmüş; 1979 yılında tamamlandığında 6.500 metrekarelik alanıyla 350 kişiyi barındırabilecek şekilde donatılmıştı. Beton duvarları kurşunla zırhlanmış, hava filtreleme sistemleri kimyevî ve biyolojik saldırılara karşı hassasiyetle düzenlenmişti. İletişim odaları, jeneratör salonları, toplantı alanları ve komuta merkezleriyle burası, harici bir tehdidin her türlüsüne mukavemet gösterecek bir hifz-i vatan mekânı hâlini almıştı.

Bugün bazı bölümleri sanat sergileri ve rehberli turlar vasıtasıyla kamuoyuna açılmış olmakla beraber, D-0 hâlâ işlevini sürdürebilecek teknik yeterliliğe sahip bulunmakta; enerji ve güvenlik sistemleri düzenli olarak korunmakta, olağanüstü durumlarda faaliyete geçirilmek üzere muhafaza edilmektedir.

Elbette bu hikâye, sadece Yugoslavya’ya mahsus bir hadise olarak okunmamakta; dünya genelinde artan nükleer tehditler, siber harp senaryoları ve diğer olağanüstü durumlar karşısında benzer tahkimatların önemi bir kez daha vurgulanmakta; devletler, sadece silahlanmayla değil, tedbir ve hazırlıkla bekalarını temin etmekte bulunmaktadır.

Kod Adı İstanbul, bugün sessizliğini muhafaza etmekte; fakat o sessizlik, bir ihtiyat aklının, devletin bekâsı için yapılan hazırlığın sarsılmaz simgesi olarak tezahür etmekte bulunmaktadır.

Elbette, Kod Adı İstanbul gibi yeraltı sığınakları, bir devletin bekâsını tek başına temin edecek mahiyette muktedir yapılar değildir. Tarih, bu tür tahkimatların varlığına rağmen Yugoslavya’nın dağılmasını, çözülmesini gözler önüne sermekte; böyle eserlerin ancak bütüncül bir askerî ve siyâsî stratejinin parçası olduğu müddetçe kıymet-i harbiyesi bulunmakta olduğunu göstermektedir.

Bununla birlikte, çağımızın değişen harp sahalarında, nükleer tehditler ve diğer olağanüstü saldırı senaryoları karşısında, bu türden yeraltı karargâhları ve sığınaklar, askerî tedbirler içerisinde hayati bir kalem olarak kabul edilmekte bulunmaktadır. Türkiye’nin de mevcut savunma doktrinini güçlendirmek maksadıyla, bu gibi yapıları stratejik planlamanın bir parçası hâline getirmesi; muhtemel kriz ve savaş durumlarında komuta ve kontrolün devamlılığını sağlama hususunda vazgeçilmez bir unsur olmaktadır.

Son tahlilde, böyle tahkimatlar devletin bekâsını sağlayan bütüncül savunma sistemlerinin bir rüknü olarak görülmeli; sadece fiziki korunma aracı olarak değil, karar alma ve yönetim süreçlerinin sürekliliğini temin eden askerî tedbir olarak değerlendirilmektedir.


Haberlerimize yorumlarınızı bekliyoruz.

REKLAM ALANI
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ