İsrail’in İran’a Yönelik Saldırısının Arkasındaki Haklı Sebepler: Bölgesel Güvenlik ve Nükleer Tehdit
Orta Doğu, tarih boyunca stratejik çatışmaların merkezi olmuş bir bölge. 2025 yılına gelindiğinde, İsrail ve İran arasındaki gerilim, özellikle 12 Haziran 2025’te İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yönelik gerçekleştirdiği hava saldırılarıyla yeni bir boyut kazandı. Bu saldırı, uluslararası toplumda tartışmalara yol açsa da, İsrail’in bu adımı atmasının ardında yatan haklı sebepler, bölgesel güvenlik kaygıları ve İran’ın nükleer programı etrafındaki tehditler üzerine yoğunlaşıyor. Peki, İsrail’in İran’a yönelik bu operasyonunun gerekçeleri neler?
İsrail’in İran’a yönelik saldırısının temel gerekçesi, İran’ın nükleer programının oluşturduğu potansiyel tehdit. İran, yıllardır nükleer enerji geliştirdiğini iddia etse de, uluslararası gözlemciler ve Batılı istihbarat raporları, Tahran’ın nükleer silah geliştirme kapasitesine yaklaştığını gösteriyor. 2025’te Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), İran’ın uranyumu silah derecesine yakın seviyelere (%90’a kadar) zenginleştirdiğini ve nükleer silah üretimine hızla ilerleyebileceğini bildirdi. İsrail, İran’ın nükleer silah sahibi olmasının, yalnızca kendisi için değil, tüm Orta Doğu için bir “varoluşsal tehdit” oluşturacağına inanıyor. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in geçmişte İsrail’in yok edilmesi gerektiğine dair söylemleri, bu tehdidi daha da ciddiye alınır kılıyor.
İsrail, nükleer silahlara sahip bir İran’ın bölgedeki güç dengesini kökten değiştirebileceğini ve Tahran’ın desteklediği Hamas, Hizbullah ve Yemen’deki Husi isyancılar gibi vekil gruplar aracılığıyla daha agresif bir politika izleyebileceğini savunuyor. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, saldırı sonrası yaptığı açıklamada, “İran’ın nükleer silah geliştirmesine izin veremeyiz. Bu, sadece İsrail için değil, dünya için bir kabus olur” diyerek bu kaygıyı vurguladı.
İsrail’in İran’a yönelik operasyonunun bir diğer gerekçesi, İran’ın doğrudan ve vekil gruplar aracılığıyla gerçekleştirdiği saldırılar. 2023’te Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla başlayan Gazze Savaşı’ndan bu yana, İran’ın desteklediği gruplar İsrail’e karşı çok yönlü bir tehdit oluşturuyor. Hizbullah, Lübnan’dan İsrail’in kuzeyine binlerce roket fırlattı ve on binlerce İsraillinin evlerini terk etmesine neden oldu. Ayrıca, İran’ın 13 Nisan 2024’te İsrail’e 300’den fazla füze ve dronla düzenlediği doğrudan saldırı, iki ülke arasındaki çatışmayı yeni bir düzeye taşıdı.
1 Ekim 2024’te İran, Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniyeh ve Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürülmesine misilleme olarak 180 balistik füzeyle İsrail’e saldırdı. Bu saldırılar, İsrail’in savunma sistemleri tarafından büyük ölçüde engellense de, İran’ın doğrudan askeri kapasitesini ve niyetini ortaya koydu. İsrail, bu tür saldırıların devam etmesi halinde, İran’ın nükleer silahlarla donanmış bir şekilde daha büyük bir tehdit oluşturabileceğini savunuyor.
İran’ın “Direniş Ekseni” olarak adlandırdığı vekil gruplar ağı, İsrail’in güvenlik politikalarında merkezi bir rol oynuyor. İran, Hizbullah, Hamas, Husiler ve Irak’taki Şii milisler gibi gruplara silah, eğitim ve finansman sağlayarak İsrail’e karşı dolaylı bir savaş yürütüyor. Örneğin, Yemen’deki Husiler, 2025’te İsrail’in Ben Gurion Havalimanı’na balistik füze saldırısı düzenledi ve bu saldırı İran’ın desteğiyle gerçekleştirildi. İsrail, bu vekil grupların İran’ın stratejik hedeflerini hayata geçirdiğini ve Tahran’ın bölgedeki etkisini artırdığını düşünüyor.
İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yönelik saldırısı, yalnızca nükleer tehditleri bertaraf etmeyi değil, aynı zamanda İran’ın vekil gruplarını destekleme kapasitesini zayıflatmayı da hedefliyor. 26 Ekim 2024’te İsrail’in İran’ın füze üretim tesislerine ve hava savunma sistemlerine yönelik düzenlediği saldırılar, bu stratejinin bir parçasıydı. Bu operasyonlar, İran’ın balistik füze üretimini en az bir yıl geciktirdi ve hava savunma ağını büyük ölçüde çökertti.
Diplomatik Çabaların Başarısızlığı
İsrail’in askeri operasyonlara başvurmasının bir başka nedeni, diplomatik çabaların sonuçsuz kalması. ABD ve İran arasında 2025’te Roma’da yürütülen nükleer müzakereler, uranyum zenginleştirme konusunda anlaşmazlıkla tıkandı. ABD, İran’ın tüm uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmasını talep ederken, İran bu talebi “kabul edilemez” buldu. İsrail, bu müzakerelerin İran’ın nükleer programını durdurmada yetersiz kaldığını ve Tahran’ın zaman kazanarak nükleer silah geliştirmeye devam ettiğini savunuyor.
Netanyahu, “Diplomasi başarısız olduğunda, harekete geçmek zorundayız” diyerek, İsrail’in kendi güvenliğini sağlamak için bağımsız hareket etme hakkını koruduğunu belirtti. ABD’nin, İsrail’in saldırısına doğrudan destek vermemesi, ancak savunma konusunda işbirliği yapması, İsrail’in bu operasyonu kendi inisiyatifiyle gerçekleştirdiğini gösteriyor.
İsrail’in İran’a yönelik saldırısı, bir dizi karmaşık güvenlik tehdidine yanıt olarak ortaya çıktı. İran’ın nükleer programı, doğrudan ve dolaylı saldırıları, vekil gruplar aracılığıyla bölgedeki istikrarı bozması ve diplomatik çabaların başarısızlığı, İsrail’i harekete geçmeye zorladı. İsrail, bu operasyonla hem kendi vatandaşlarını koruma hem de Orta Doğu’da daha geniş bir çatışmayı önleme hedefini taşıyor. Ancak, İran’ın misilleme tehditleri, bölgedeki gerilimin devam edebileceğini gösteriyor.
Bu saldırı, uluslararası toplum için de bir uyarı niteliğinde. İran’ın nükleer hırsları ve vekil gruplarıyla yürüttüğü politikalar, yalnızca İsrail’i değil, tüm bölgeyi ve hatta küresel güvenliği tehdit ediyor. İsrail’in attığı bu adım, tartışmalı olsa da, kendi perspektifinden bakıldığında, varoluşsal bir tehdide karşı meşru bir savunma olarak görülüyor.