VRAPÇİŞTELİ KADIR AHMETİ’NİN DAĞLARDA BULDUĞU SIR
Dağlar, kimileri için sadece yüksek yeryüzü şekilleri, kimileri içinse bir tutku, bir yaşam biçimidir. Bölgemizin tanınan simalarından Kadir Ahmeti, bu tutkuyu yaşayan ve yaşatan isimlerin başında geliyor. Sosyal medyada paylaştığı nefes kesen zirve fotoğraflarıyla binlerce kişiye ilham veren, alçakgönüllü kişiliği ve doğaya olan derin sevgisiyle tanınan Kadir Hoca ile bir araya geldik. Onun için dağların ne anlama geldiğini, bu sevginin kökenlerini ve zirvelerde bulduğu o eşsiz huzuru konuştuk. İşte o samimi ve ilham dolu sohbetimiz…

Sizi özellikle bu bölgede daha çok tanıyorlar. Nasıl başladınız? Kısaca anlatır mısınız, nereden geldi bu sevginiz?
Vallahi, ben doğayı severim. İşleri de severim. Çayı, mantarı… Doğa işleriyle uğraşıyorum, onları çok severim. Kötü alışkanlıklardan, sigaradan, dumandan uzak olmak istedim. Bu yüzden bu yola başvurdum. Şimdi orada kendimi çok mutlu hissediyorum. Bu yüzden dağcılığı çok severim. Zirvelerde yürümeyi çok severim. Ondan dolayı da dağcılığa karar verdim.
Peki, sizi tanıyalım. Kadir Hoca kimdir? Hangi sene, nerede doğmuştur ve dağcılık dışında hangi alanda kendisini en başarılı görmüştür?
1963 yılının Şubat ayında, Vrapçişte köyünde dünyaya geldim. İlkokulu kendi köyümde okuduktan sonra Endüstri Lisesi’nde eğitimimi tamamladım. Ancak hayat beni daha çok deniz kıyısında, turistik yerlerde çalışmaya yöneltti ve uzun yıllar garsonluk yaparak geçimimi sağladım. Hayatımın beş yılını ise Almanya’da geçirdim. O dönemde ekonomik durumumuz pek parlak değildi ve en büyük hedefim, en büyük başarım, çocuklarımın geleceğini güvence altına almaktı. Dağcılık dışında kendimi en başarılı gördüğüm alan da kesinlikle budur: Aileme karşı sorumluluklarımı yerine getirmiş olmak. Allah’a çok şükür her şey yolunda gitti ve bu, benim hayattaki en büyük huzurum oldu. Şimdi çok mutluyum. Hayatımın o büyük görevini tamamladıktan sonra, mutluluğu kendim için aramayı seçtim ve onu dağlarda buldum.
Hocam, peki dağlara tırmanmak için güç de gerekir değil mi? Bu gücü nereden alıyorsunuz? Bu sadece fiziki bir şart mı, yoksa iyi bir zihinsel antrenmana da gerek var mı?
Şimdi hocam, insan bir şeyi severse yapamayacağı iş yoktur. Ben dağları sevdiğim için yaparım. Dağlara çıktığında şartları dağ belirler, zihninin yorgun olmaması gerekir. Ben öyle görüyorum. İnsan kendisi için yapar, başkaları görsün diye değil. Gösteriş için yapılan işler uzun sürmez, ama bir işi sevdiğin zaman ömür boyu devam eder. İstek oldukça yaparsın. Dağlarda her şey lazım: sağlık, güç… Ama bunlar zamanla, çalışarak gelir. Birden hiçbir şey olmaz. Bu iş tek başına da olmaz. Kardeşçe, birkaç kişiyle beraber dağa çıkarız…
Yani yalnız gittiğiniz zamanlar da oluyor mu hocam?
Her zaman. Antrenman yaparken çoğunlukla yalnız giderim. Fazla kalabalık istemem. 2-3 kişilik küçük gruplarla gitmek en iyisidir. Çünkü rahat yürümek, kendini geliştirmek için bu gerekir. Büyük bir grupla gidersen hedefini gerçekleştiremezsin, istediğin gibi yürüyemezsin. Kondisyonun da, her şeyin de düşer.

Hocam, özellikle çok güzel fotoğraflarınız var. İnsan bu fotoğraflara bakarak her şeyi anlayabiliyor. Peki bunu nasıl ve neden yapıyorsunuz?
Ben fotoğraf çekerim çünkü doğayı sevdiğim için o anlar bana bir hatıradır. Bir de nerede bulunduğumu bilmek için çekerim. Yalnız dolaşırken kaybolmamak için fotoğraflardan yollarımı hatırlarım. Nereye ineceğimi, nereye çıkacağımı resimden görebilirim. Çünkü fotoğraf, her şeyden önce bir bölgeyi, bir konumu anlatır. Ben fazla teknoloji kullanmam, bilmediğim için daha çok fotoğraflarla öğrenirim. Eve dönünce resimlere bakarken çok şey hatırlarım. Fotoğraf çok güzel bir şeydir: hem mutlu olurum, hem güç kazanırım, hem de dağcılığa daha çok önem veririm.
Doğa zaten çok güzel ama sizin zirvelerdeki fotoğraflarınız daha da dikkat çekici oluyor. En düşük rakımlı tepeniz kaç metreydi, en yüksek zirveniz hangisiydi?
Benim için zirvenin kendisi önemlidir; yükseklik veya kilometreyle pek ilgilenmem. Kendime güç vermek için çıkarım. Örneğin güçlü bir dağcıyı örnek alırım, kendimi o şekilde yetiştiririm. Her gün ya da iki günde bir mutlaka antrenman yaparım. Bizim dağlarda en düşük irtifa 1300 metredir. Çıktığım en yüksek zirve ise Türkiye’de, Kayseri’deki Erciyes Dağı’dır; 3917 metre. Orada kendimi denedim, nerelere çıkabileceğimi görmek istedim. Ama hiç zorluk hissetmedim, aksine mutlu oldum, daha çok güç kazandım. O yüzden artık hiç duramıyorum. Geçenlerde Slovenya’dan geldim, Triglav zirvesine çıktım. Orada da hiç sorun yaşamadım. Ben dağcılığı yaşıyorum. Kimseye “ne kadar uzun, ne kadar zor” diye sormam, çünkü ben her zaman hazırlıklıyım. Her şeyim hazırdır.
Peki gitmeden önce çıkacağınız zirveyle ilgili araştırma yapıyor musunuz? Yollar, ulaşım, güzergâh gibi bilgileri öğreniyor musunuz?
Hocam ben yapmam. Çünkü kendimi korkutmak istemem. İnsan önceden araştırırsa “Aa, çok zorlu bir zirveymiş” der ve korkar. Ben öyle değilim. “Bismillah” der, yola çıkarım. Ne kadar uzun, ne kadar zor olduğunu sormam. Çünkü kendimi zaten yetiştirmişim. Geldiğim bu seviyede gücüm var ve bu bana zevk veriyor.
Hocam, ne kadar zamandır dağcılıkla uğraşıyorsunuz ve şimdiye kadar hangi ülkelerdeki zirvelere çıktınız?
Aşağı yukarı 2015’te başladım. İlk bir yıl amatörceydi. Ne doğru düzgün elbisemi bilirdim, ne de ayakkabımı… Zamanla, deneye deneye öğreniyorsun. Hiçbir şey birden olmaz, belli bir seviyeye gelmek zaman ister. 2017’de Makedonya Dağcılık Kulübü’ne üye oldum. Sonra Şar Dağcılık Kulübü’ne de katıldım. Beni tanıdıkça Makedonya dağcılar hep yanımda olmak istediler, çünkü ben de artık bir seviyeye gelmiştim. İlk çıktığım zirve Luboten’di, 2495 metre. Orada biraz zorlandım ama ilk 2500 metrelik tırmanışımı başardıktan sonra daha yüksekleri istemeye başladım. Çünkü insan bir işi başarınca daha fazlasını yapmak ister. 2023’te Türkiye’ye, Kayseri’ye davet edildim. Erciyes’te rahmetli olan bir dağcı arkadaş anısına yapılan bir tırmanışa katıldım. 3917 metreye çıktım, çok güzel bir faaliyet oldu. Sonra Makedonya’daki bütün zirveleri dolaştım. Önce Ljuboten, sonra Korab’ın tüm zirveleri… Makedonya’da çıkmadığım zirve kalmadı. Bulgaristan’da Musala, Vihren, Maljovica gibi 2729 metre üzerindeki zirvelere çıktım. Arnavutluk Alpleri’ne de birkaç kez gittim. Son bir ay önce, Arnavutluk’un en tehlikeli zirvesi Maja e Forcës’e çıktım. Orada kendimi çok güçlü hissettim. Biraz korku da vardı, ama işte o korkuyu aşarak güçleniyorsun. Böyle böyle Bulgaristan, Makedonya, Arnavutluk derken şimdi sırada Yunanistan var. İnşallah iki hafta sonra Olimpos Zirvesi’ne çıkacağım.
Hocam, özellikle eski Yugoslavya topraklarını bilenler için Triglav da çok önemli bir zirve. Siz oraya da gitmişsiniz.
Evet, gittik geçen hafta. Ne yolculuktu ama… Cuma günü yola bir çıktık, tam 1200 kilometre yol geşmiştik. Akşam dokuz gibi vardık, yorgunluktan gözümüzü açamıyorduk ama içimizdeki heyecan bambaşkaydı. O gece uyku bize haramdı sanki, sabahın köründe 3.30’da kalkıp hazırlandık. Saat dörtte, daha etraf aydınlanmadan yola koyulduk. O gün bitmedi resmen… Sabah dörtten akşam dokuza kadar, tam 17 saat dağlardaydık. Neredeyse 29 kilometrelik bir parkurdu. Günümüz tamamen dağda, doğayla baş başa geçti. Ama size bir şey söyleyeyim mi, en büyük şansımız hava oldu. Allah’a bin şükür, pırıl pırıl bir gökyüzü vardı. Çünkü Triglav’ın ne yapacağı belli olmaz. Yazın ortasında bile kar yağdırır, sisle yolunuzu keser, tırmanışı imkânsız kılar. O gün ise dağ bize “hoş geldiniz” dedi. Bu sayede zirveyi görmeyi başardık. Bu, her zaman yakalanacak bir şans değil..
Hocam, sizin özellikle 4–5 yıl önce yaşadığınız bir kurtarma olayı, ne kadar zaman geçse de unutulmaz. Bunu bizimle paylaşır mısınız?
Şimdi hocam, dağcılıkta hiçbir şeyin garantisi yoktur. Her an her şey olabilir: yılan çıkabilir, bir hayvan saldırabilir, hava aniden değişebilir. Ama bir olayı hiç unutmam, iyi hatırlattınız. Beş yıl önceydi. Kobilitsa adında 2525 metre yüksekliğinde bir zirve var. Oradan başka bir zirveye geçiyorduk. Biz 12 kişilik küçük bir gruptuk. İki kadın dağcı, rehbere haber vermeden bizden ayrılıp farklı bir yola sapmışlar. Biz de fark etmedik. Köye yaklaşırken iki kişinin eksik olduğunu anladık. Rehberi aradılar. O zaman rehberimiz İsmet Şurban’dı, çok güvendiğim bir dağcıdır. Herkes yorgundu, kimsenin geri dönecek hali yoktu. “Kim gidebilir?” diye sordular. Cevap tekti: “Kadir gidebilir.” İsmet beni aradı ve “Kadir, ne olur hemen git, iki kadın kaybolmuş.” dedi. Allah’ın bir lütfu olsa gerek, sabah yanıma “lazım olur” diye iki tane kafa lambası bataryası almıştım. Onları da alıp hemen koştum. O kadar yorgundum ki ayaklarımın beni taşımayacağını sanıyordum. Ama Allah öyle bir kuvvet verdi ki, iki ağır zirveyi koşar adım geçtim. 500–600 metre sonra bağırarak, seslenerek onlara ulaştım. Meğer sık bitkilerin içine saklanmışlar, karanlıkta korkup paniğe kapılmışlar. Ne yapacaklarını bilememişler. Benim sesimi duyunca cevap verdiler. İşte o an, hayatımın en mutlu günüydü. Onları gördüğümde yeniden doğmuş gibi hissettim.
O Kobilitsa zirvesinin eteklerinde değil mi hocam?
Evet, Kobilitsa’nın eteklerindeydi. Yanımdaki bataryaları onlara verdim ve ışık yardımıyla aşağı indirdim. Gece karanlığında, saatler süren bir yolculukla onları kurtardık. O anki mutluluğumu tarif edemem.

Hocam, anladığımız kadarıyla dağcılık sadece bir spor değil; aynı zamanda bir eğlence, bir kafa dinleme yöntemi. Siz sürekli bu işle meşgulsünüz. Peki, bu uğraş özel hayatınızı ve genel olarak işlerinizi nasıl olumlu etkiledi?
İnsan bir seviyeye geldiğinde dağcılık için zaman ve uygun şartlar gerekir. Dağ sevgisi de şarttır. Zamanın olmadıkça dağa gidemezsin. Kendini toparlamak için dağ lazımdır. Ama tabii bazen sorunlar da oluyor.
Peki evdekiler bu duruma nasıl bakıyor?
Önceleri pek iyi bakmazlardı. Sanki “aklını yitirmiş, kendini dağlara vurmuş” gibi görürlerdi. Bizde öyle bir söz vardır: “Bu, dağlara vurulmuş.” Ama öyle değil. Dağ bir sevdadır.
Peki şimdi nasıl? Daha çok kabul görüyor mu?
Artık normal karşılanıyor. Herkes benim bu işi severek yaptığımı gördü. Başka bir şeye ihtiyacım yok. Bunu gönlümce yapıyorum.
Yakın çevrenizde, özellikle kendi küyünde sizin gibi bu tür etkinliklerle uğraşan var mı?
Birkaç kişi var ama benim gibi değiller. Onların zamanı yok, şartları da farklı. Var ama benim gibi değiller, çünkü aynı imkânlara sahip değiller.
Hocam, özellikle sosyal medyada oldukça aktifsiniz. Takipçi sayınız, beğenileriniz ve yorumlarınız oldukça yüksek. Sizce bunun sebebi nedir ve siz bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Elbette bu memnuniyet verici bir durum. Çünkü herkes beğeni aldığında kendini daha güçlü hisseder, özgüveni artar. Ama benim için mesele başka. Ben hayatımda hep işimi Allah rızası için yaptım. Başkalarını mutlu etmek için fotoğraf çekerim. O fotoğrafları seve seve paylaşırım. İnsanlar mutlu olsun diye emek veririm.
Yani sizin paylaşımlarınız bir teşvik olarak mı görülüyor?
Evet, öyle. Hayalini kurduğu yerlere gidemeyen birisi, belki benim fotoğrafımla o anı yaşar. Dağa çıkamayan biri, benim resmimle en azından o havayı solur. İnsanların güzel dileklerini duymak bana yeter. Takipçilerim bazen yüz binleri geçti. Çünkü ben bu işi sevgiyle yaparım, kimseye dert etmem. Amacım mutlu etmek, bilgi paylaşmak ve insanları teşvik etmektir.”
İnsanlar bu yüzden mi size bu kadar ilgi gösteriyor sizce?
-Evet. Ben insanları severim. Onlar da gelsin, dağlara çıksın, sağlık bulsun isterim. Ama çıkamayan da fotoğraflara bakar, bir beğeni bırakır. O da güzeldir. İnsan kimi sever, kimi sevmez. Ama dua her zaman güzeldir.
Hocam, çok keyifli bir sohbet ettik. Ne yazık ki her güzel şeyin bir sonu var. Röportajımızı burada tamamlamak üzereyiz. Son olarak gençlere ne söylemek istersiniz?
Gençlere şunu söylemek isterim: Anne-babalar, çocuklarınızı pasif bırakmayın. Onları sadece teknolojiyle, telefonla, bilgisayarla baş başa bırakmayın. Daha çok doğayla ve sporla iç içe olmalarını sağlayın. Çünkü sağlıklı bir yaşamın temeli spordur.
Yani gençler için sporu bir hayat biçimi olarak görmek gerekir diyorsunuz?
Kesinlikle. Sporun en büyük hediyesi sağlıktır. Yürümek bile spordur. Ne olursa olsun sporla ve doğayla ilgilensinler. Kimliklerini yaşamak, sağlıklı kalmak ve yüzlerinin gülmesi için doğa şarttır. Kahve köşelerinde boş dedikodularla, saatlerce uyuyarak hayat geçmez. Mücadele etmeyi, doğayı sevmeyi öğrensinler. Çünkü iyi insan güzel söz söyler, kötü insan kötü söz söyler. Kim ne derse desin, önemli olan iyi bir insan olabilmektir.
Son olarak, öncelikle size gazeteci olarak bir teşekkür borcum var. Beni davet ettiğiniz için, böyle güzel konularla ilgilendiğiniz için size sonsuz şükranlarımı sunarım. Bu benim için büyük bir onur oldu. Bana pozitif bir enerji verdiniz, daha fazla çalışmam için bir motivasyon kaynağı oldunuz. Çok teşekkür ederim…
Kadir Ahmeti’nin hikayesi, zirvelere tırmanışın sadece fiziksel bir eylem olmadığını, aynı zamanda bir ruh yolculuğu olduğunu kanıtlıyor. Hayatının en büyük sorumluluğunu onurla tamamladıktan sonra kendi mutluluğunun peşine düşen Kadir Ahmeti, aradığı huzuru ve gücü dağların heybetli yamaçlarında bulmuş. Onun bu ilham veren yolculuğu, aynı zamanda ülkemizde kendi zirvelerine tırmanan, her biri kendi alanında başarılı nice kardeşimiz, abimiz ve ablamızın varlığını da bizlere hatırlatıyor. Gazete olarak en büyük hedeflerimizden biri de, Kadir Ahmeti gibi topluma örnek olan bu değerli isimlerle işbirliği yaparak onların hikayelerini en güzel şekilde siz değerli okuyucularımızla buluşturmaktır. Çünkü inanıyoruz ki, bu samimi ve gerçek başarı öyküleri, hepimize ilham vermeye ve yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.
Fehmi Skender
Bizi takip edin ,balkanları birlikte keşfedelim.!