Ömer Karahasan: Kendi Yolunu Açan, Bilge Bir Eğitimci

Hayat, en çetin koşullarda dahi yeşeren umutları, kırılmaz direnci ve bitmek bilmeyen bir sevdayı fısıldar bize. İşte tam da böyle bir hikayenin başkahramanı, Ömer Karahasan Hoca. Yüzünden eksik olmayan samimi gülümsemesiyle, karşılaştığı her zorluğa inat ışığını hiç kaybetmemiş, gönlü zengin bir lise öğretmenidir… Kendisi Üsküp’te yaşasa da, kader bizi Ustruga’da bir araya getirdi ve bu keyifli sohbet, adeta bir romanın sayfalarından fırlamış gibiydi. Onunla geçirdiğimiz her an, eğitimin sadece bir meslek değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesi olabileceğini bir kez daha kanıtladı. Peki, Ömer Hoca kendi yolunu nasıl açtı? Zorluklara rağmen nasıl vazgeçmedi ve eğitime adanmış ömrü ona neler öğretti? Şimdi, bu ilham verici hayat hikayesine kulak vermeye hazır mısınız?
Sayın Ömer Hocam, belki önceki kuşaklar sizi yakından tanıyor, fakat genç nesiller için sizi biraz daha yakından tanıyalım isteriz.
Ben Ömer Karahasan. Doğma büyüme Vrapçişte Köyü’ndenim. Liseyi Gostivar’daki Pançe Popovski Lisesi’nde tamamladım. Ardından Üsküp’teki Doğa ve Bilimler Fakültesi’nde biyoloji bölümünü bitirdim. Mezuniyet sonrası hemen iş hayatına atıldım. Eğitim sevdası, çocukluktan beri içimde yanan bir ateşti, hiç sönmedi.
Eğitim hayatınızda, özellikle ilkokul ve lise döneminde karşılaştığınız zorluklar nelerdi ve anadilinizden farklı bir dilde eğitim almak bu süreci nasıl etkiledi?
O dönemde çoğu aile çiftçiydi ve benim ailemden eğitimime dair açık bir destek gelmedi. Tamamen kendi ayaklarım üzerinde durmak zorundaydım. Hatta Almanya’ya gidip 2-3 ay çalışarak kazandığım parayla Üsküp’teki tüm masraflarımı kendim karşılardım. Bu bir zorunluluktu ama aynı zamanda kararlılığımın da bir simgesiydi; başka çarem yoktu. Lise eğitim dilim de Makedoncaydı ve bu durum doğal olarak ek zorluklar getirdi. Dil konusunda ciddi sorumluluklar altındaydım. Kelimeler boğazıma dizildi, anlamakta güçlük çektiğim anlar oldu. Ancak buna rağmen vazgeçmedim, mücadele ettim ve o şartlar altında bile kendimi yetiştirdim. O dönem zorlayıcıydı ama bir o kadar da öğreticiydi. Her zorluk bana bir şeyler öğretti, beni daha da güçlendirdi ve hayata daha sıkı tutunmamı sağladı.
Eğitim hayatınıza adım attığınız günden bu yana birçok farklı okulda görev yaptınız. Bu uzun ve çeşitli kariyer yolculuğunuzda, özellikle gönüllü olarak ders verdiğiniz dönemler sizin için ne ifade ediyor?
Üniversiteden hemen sonra Biyoloji Bölümünü bitirince doğrudan iş buldum. İlk görev yerim Tsvetan Dimov Okulu’ydu, ardından Yosip Broz Tito Lisesi, makine meslek lisesi, Gotse Delçev Lisesi, Nikola Karev Lisesi, 8. Eylül Okulu, Mihail Pupin Elektrik Meslek Ortaokulu, PTT okulu, Vlado Tasevski Okulu gibi pek çok farklı kurumda çalıştım. Dimitar Vlahov’da özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencilere ders verme deneyimim de oldu. Her okulda yeni bir deneyim, yeni bir hikaye biriktirdim; adeta her biri hayatımın ayrı bir bölümüydü. Bu yoğun kariyerim içinde, gönüllülük benim için sadece bir görev değil, bir vicdan borcuydu. Özellikle İslam Birliği’ne bağlı Medrese’de gönüllü olarak ders verdim. Haftada bir gün, cumartesileri giderdim. Şartlar zordu, imkanlar kısıtlıydı ama gönüllülükle ve inançla bu işi yürüttük. Oradaki çocukların gözlerindeki o öğrenme aşkı ve ışık, tüm zorluklara değdi. Onların küçücük kalplerindeki umut, bana güç verdi ve paha biçilemezdi. Bu deneyimler, eğitimin sadece bir meslek olmaktan öte, bir adanmışlık ve sevgi işi olduğunu bir kez daha gösterdi.
Toplam 38 yıl süren eğitim kariyerinizde, öğretmenlik mesleği her zaman garanti bir meslek miydi? Özellikle zorlu dönemlerde karşılaştığınız belirsizlikler ve hayatta kalma mücadelesi sizi ne gibi alternatiflere yönlendirdi ve bu alternatifleri hayata geçirme fırsatınız oldu mu?
Tam 38 yıl boyunca eğitime adadım kendimi. O dönemin şartları öyleydi ki, çoğu zaman birden fazla okulda çalışmak zorundaydık. Bir okulda iki dersim varsa, hemen başka bir okula geçerdim. Haftanın her günü farklı okullarda ders verdiğim bile olurdu. Bu zorluklara rağmen öğretmenlikten hiç vazgeçmedim; her gün sınıfa girdiğimdeki o heyecan hiçbir zaman azalmadı, aksine her yeni ders bana yeni bir ilham kaynağı oldu. Ancak mesleki garantilerin her zaman olmadığı dönemler de yaşadım. Özellikle 1988 yılında büyük bir belirsizlik yaşandı; bazı sınıflar kapandı. O an, “Eğer açıkta kalırsam işsiz kalırım” diye düşündüm ve hemen harekete geçtim. Hayatta ayakta kalmak için kendimi her alanda geliştirmeye karar verdim. Güçlü kalmak için farklı yollar bulmam gerektiğini biliyordum. Bu dönemde resepsiyonistlik ve pastacılık gibi farklı meslek dallarında kurslar aldım. Hatta pizza salonu açmak için bile gerekli belgeleri tamamladım. Elimden ne gelirse yapmaya hazırdım; hayatın ne getireceği belli olmazdı ve ben her şeye hazırlıklı olmak istiyordum. Bu alternatifler benim için bir nevi hayat sigortasıydı.
Emeklilik süreciniz nasıl oldu?
Emekliliğimi Josip Broz Tito Lisesi’nden aldım. Aynı zamanda Dimitar Vlahov Okulu’nda da ders veriyordum. Ama resmi görev yerim Josip Broz’du. Daha önce 8. Eylül’de de görevim vardı ama sonrasında sınıflar azalınca tekrar Josip Broz’a geçtim. Orada müdür biyoloji hocasıydı, beni iyi tanıyordu. Müdürlükten ayrılınca kendi derslerine dönecekti, bu nedenle benimle çalışmakta ısrarcıydı. Sanırım ben de işimi iyi yapıyordum. Her zaman elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım.
Üsküp’te Türkçe lise eğitiminin başlamasında kilit bir rol oynadınız. Bu tarihi süreci ve Türkçe sınıflarının açılmasıyla birlikte öğretmen kadrosunu bir araya getirme sürecinde yaşadığınız zorlukları bize anlatır mısınız?
O dönemde Türkçe sınıfların açılması benim yüreğimin sesiydi. Josip Broz Lisesi’nde yeterli öğrenci yoktu ve bu beni çok düşündürüyordu. Gözümde, Türk çocuklarının kendi dillerinde eğitim alma hayali canlanıyordu. Bu hayali gerçekleştirmek için Tefeyyüz İlkokulu’na gittim ve oradaki her bir Türk öğrenciyle tek tek konuştum. Onların gözlerindeki umudu gördükçe içimdeki ateş daha da büyüdü. El birliğiyle onları örgütleyerek Josip Broz’a kaydettirdik. Okul yönetimi de bu kutsal çabama destek verdi ve nihayet Türkçe sınıfları açıldı. Bu, benim için sadece bir görev değil, yıllardır içimde büyüttüğüm bir hayalin gerçeğe dönüşmesiydi. Türkçemizin yaşaması, geleceğe köprü kurması için atılan en anlamlı adımdı. Her bir öğrenci, o köprünün bir tuğlasıydı ve onların başarısı, benim en büyük gururum oldu. Bu topraklarda Türkçenin yankılanması, benim için dünyalara bedeldi. Elbette, bu yolculuk hiç de kolay değildi. 1988 yılıydı ve Türkçe tarih ile coğrafya öğretmenleri bulmak adeta imkansız gibiydi. Büyük bir kadro sıkıntısı içindeydik. Her kapıyı çaldık, nerede bir Türk öğretmen varsa ulaşmaya çalıştık. Ama biliyorduk ki, bu sınıflar sadece derslikler değil, aynı zamanda çocuklarımızın kimliği ve geleceğiydi. Öğretmenleri ikna etmek de ayrı bir mücadeleydi; az ders saati için uzak okullara gelmek ekonomik olarak cazip değildi. Ancak o dönemde öyle bir birlik ve beraberlik ruhu vardı ki, fedakar öğretmenlerimiz tüm zorluklara rağmen bu kutsal görevi üstlendi. Onların inancı ve azmi sayesinde bu sınıflar ayakta kaldı. Her birimiz, geleceğe dair ortak bir hayalin peşindeydik ve bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmadık. O günler, yüreklerimizde taşıdığımız o büyük sevdanın en güzel kanıtıydı.
Kalkandelen’deki sağlık lisesinde Türkçe eğitim sorununu çözme çabaları nasıl sonuçlanmıştır?
Bölgedeki Türkçe eğitimi sorunlarına yönelik çözüm arayışlarının her zaman içinde oldum. Özellikle Kalkandelen’deki Nikola Şteyn Sağlık Lisesi’nde yaşanan kadro sıkıntısını gidermek için yürütülen çabalara bizzat katıldım. O dönemde öğretmen açığını kapatmak amacıyla Dr. Süleyman Emin ile birlikte büyük bir mücadele verdik. Nihayetinde çabalarımız sonuç verdi ve sağlık lisesinde Türkçe eğitimin başlamasını sağladık. Bu konudaki özverimiz, Makedonya Radyosu Türkçe Programı Sorumlusu Sayın Avni Engüllü tarafından bir “Çaba Hediyesi” ile de takdir edildi.
Öğretmenlik sizin için ne ifade ediyor ve bu mesleği bir yaşam biçimi olarak benimseyişiniz, aile yaşantınızı ve ülkenin eğitim geleceğine dair bakış açınızı nasıl şekillendiriyor?
Öğretmenlik benim için sadece bir meslek değil, adanmış bir yaşam biçimidir. O, sadece okul duvarları arasında kalmaz; eve taşınır, yüreğe siner. Her öğrencimi kendi evladım gibi görüp, onların sadece bugününe değil, yarınlarına da ışık tutmaya çalıştım. Başarıları için ne gerekiyorsa yapar, sadece ders anlatmakla kalmaz, onlara yol gösterirdim. Çünkü öğretmenlik, bir nevi hayat mimarlığıdır. Tıpkı bir fidanı özenle büyütmek gibi; emek ister, sabır ister, gözyaşı ister. Ama sonunda o fidanın meyve verdiğini görmek, tüm yorgunlukları unutturur, kalbe tarifsiz bir sevinç doldurur. Öğretmenlik, işte tam da budur. Evet, aynen öyle, bizim ev adeta küçük bir okul gibiydi. Eşim de pedagogdu; eğitim, sofralarımızdan sohbetlerimize kadar her anımıza sinmişti. Çocuğumuz da, öğrencilerimiz de bu ortamdan nasibini aldı. Eğitim bizim için asla sadece bir iş değildi; o, hayatımızın ta kendisiydi, yaşamımızın dokusuna işlenmişti adeta. Her köşesi bilgiyle, öğrenmeyle dolup taşan bir yuva kurmuştuk. Bu köklü eğitim aşkıyla, ülkenin geleceğini de yakından takip ediyorum. Özellikle son yıllarda meslek ortaokullarına olan ilginin artması beni derinden etkiliyor ve geleceğimiz adına büyük bir umut yeşertiyor. Eğitim, benim için her zaman bir ülkenin ve bir milletin geleceğidir.
Gençlere vereceğiniz en temel öğüdünüz nedir?
Gençlerimiz okusun. Sadece okumak için değil, daha iyi bir gelecek kurmak için okusunlar. Eğitim olmadan hayatta güçlü durmak zorlaşır. Bilgiyle, donanımla ve azimle ilerleyen gençler, yarının toplumunu şekillendirecek. Onlar, bu toprakların geleceği, umudumuzdur. Asla pes etmesinler, her zaman hedeflerine odaklansınlar. Çünkü hayat, azmin ve inancın birleştiği yerde mucizeler yaratır.
Ömer Karahasan Hoca’nın ömrü, sadece dersliklerde değil, hayatın ta kendisinde iz bırakan bir destan gibi. Kendi yolunu kendi azmiyle açan, zorluklara meydan okuyan, her engeli bir basamak gören bu değerli eğitimcinin hikayesi, bizlere ilham vermeye devam ediyor. Onun anlattıkları, eğitimin sadece kitaplardan ibaret olmadığını, aynı zamanda bir yaşam biçimi, bir inanç, bir adanmışlık olduğunu gösteriyor. Bir ülkenin geleceğinin, Ömer Karahasan gibi pırıl pırıl kalplere sahip öğretmenlerin ellerinde şekillendiğini bir kez daha gördük. Gazete olarak, insanlık hikayelerinin peşinde olmaya, ışık tutan bu değerli yaşamları okuyucularımızla buluşturmaya devam edeceğiz.
Fehmi Skender
Bizi takip edin ,balkanları birlikte keşfedelim.!