Meşakkatli ve Mücadeleci Bir Öğretmenin Hikayesi: Birsen Mürtezan Zürapagiç

Bazı insanlar konuşmaz, ama yaptıkları her şey anlatır onları…
Bir öğretmen düşünün; sadece sınıfın içinde değil, sokakta, evde, hatta bir çocuğun gözlerinin içinde de öğretmen. İşte o insan, Kalkandelenli Birsen Mürtezan Zürapagiç öğretmen. O, mütevazılığıyla kendini asla öne çıkarmayan ama çalışkanlığıyla herkese örnek olan bir sınıf öğretmeni. Diplomayı eline almadan, uzak bir köy yoluna düşen… Sırtında çantası, içinde büyük bir sevgi taşıyan, adı bilinmeyen yerlerde bile umut olan bir bayan. Onun hikâyesi bir atanma kararı değil, bir adanmışlık yolculuğu… Bugün sizi, o yolculuğun satır aralarına davet ediyoruz.
Birsen Öğretmen, siz mesleğe daha üniversite bitmeden başladınız. Bu nasıl gerçekleşti?
Evet… Henüz mezun bile olmamıştım. Bir gün telefonum çaldı. Karşıdaki ses, uzak bir köyden, Jupa’dan geliyordu. “Türkçe eğitime izin çıktı, ama öğretmen yok… Gelir misin?” dedi. O an, hayatımın yönünü değiştiren o cümleydi… Hiç düşünmeden “Gidip bir bakayım” dedim. Aileme de öylesine söyledim: “İki günlüğüne gideceğim, sonra dönerim.” Ama içimde öyle güçlü bir his vardı ki… Sanki yıllardır orayı bekliyormuşum gibiydi. Kalbimin bir köşesi çoktan kararını vermişti aslında. Adını koyamadığım bir ses, yavaşça ve ısrarla “oraya gitmelisin… ve orada kalmalısın” diyordu. Ben de o sesin peşinden gittim.
Gittiğinizde sizi nasıl bir tablo bekliyordu?
Yol uzundu… Hem bedenime hem yüreğime ağır gelen bir yolculuktu. Dağları, virajları geçtikçe, içimde bir heyecan kabarıyordu. Bilmediğim bir yere gidiyordum, ama tuhaf bir şekilde tanıdık geliyordu o yol… Köy meydanına vardığımda, beklemediğim bir manzarayla karşılaştım: Çocuklar sokaklarda koşturuyor, “Öğretmen gelmiş!” diye sevinçle bağırıyorlardı. O an, yıllardır özlenen biri gibi karşılandım. Kalbim titredi. Bir yabancı değil, sanki evine dönen biri gibiydim. Ertesi sabah okuldaydım. Sınıfa adım attığımda karşımda 40 çift göz… Birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar aynı sınıftaydılar. Hepsi bir aradaydı. Bu öğrencilerin arasında sadece üç, dört öğrenci Türkçe biliyordu. Sınıfta sessizlik vardı ama o sessizlikte umut vardı, merak vardı. Öğrencilerin gözlerinde Türkçe öğrenme hevesi ve savdasını görünce içimde en ufak bir korku kalmamıştı. O an anladım… Ben buraya aitim.
Eğitim materyalleri, ders planları… Hepsi size mi aitti?
Evet… Her şeyi kendi ellerimle hazırlıyordum. Ne hazır bir kitap vardı, ne de tahtaya yazılacak sihirli cümleler. Türkçe kelimeleri öğretmek için resimler çiziyor, her harfi çocukların dünyasına renk katarak sunuyordum. Ama ben derslerimi sadece sınıfın dört duvarı arasında vermek istemedim. Çünkü eğitim, yalnızca kitaplarda değil; sokakta, mutfakta, bir çocuğun kahkahasında da yaşar. Bazı hafta sonları evime hiç dönmedim. Çocukların evlerinde, bazen bir ceviz ağacının gölgesinde, bazen de bir sobanın başında ders yaptık. Tahtamız toprağın üstü, defterimiz bazen yalnızca bir beyaz kâğıttan ibaretti. Ama içimizde öyle büyük bir öğrenme arzusu vardı ki… Eksikler değil, umutlar konuşuyordu aramızda. Dili oyuna karıştırdım, hikâyeye kattım, gülüşlere gizledim. Çünkü biliyordum… Bir kelime, bir çocuğun hayatına sevgiyle girerse, orada hep kalır.
Peki, yerel halkı size nasıl yaklaştı?
İlk günden itibaren beni hiçbir zaman yalnız bırakmadılar. Ancak kısa süre içinde anladım ki, bu köyde misafirlik uzun sürmez. Çünkü burada insanlar yalnızca kapılarını değil, kalplerini de açmayı bilir. Zamanla herkes beni kendi evinde görmek istedi. Sanki bir öğretmen değil de, yıllardır beklenen bir aile ferdiymişim gibi… Bana “köyün kızı” diyenler oldu. Bu söz öyle kıymetliydi ki… Hiçbir unvan, hiçbir belge insanı bu kadar onurlandıramaz. Çocuklar da bana kardeşleri gibi yaklaştı. Onlarla birlikte okula yürüdüm, onlarla birlikte geri döndüm; bazen aynı sofrayı paylaştık, bazen aynı yağmurun altında ıslandık. Beni sadece ders anlatan biri olarak değil; yürekten bir dost, bir abla, bir umut olarak gördüler. Ve inanın… Bu, bir öğretmenin alabileceği en büyük ödüldür.
Sonrasında başka yerlerde de görev yaptınız değil mi?
Evet… Yolum zamanla Urviç köyüne, ardından Kalkandelen’e uzandı. Her yeni yer, beraberinde yeni yüzler, yeni hayaller ve yepyeni umutlar getirdi. Her çocukta başka bir hikâye, her okulda başka bir ihtiyaç vardı. Ve ben her defasında yeniden yola çıktım, yeniden başladım. Ama Jupa… Jupa, kalbimin en özel köşesinde unutulmaz kaldı. İlk göz ağrısı gibiydi. Orası sadece ilk görev yerim değil, ruhumun ilk kök saldığı yerdi. Orada sadece ders vermedim. Hayatı birlikte öğrendik. Birbirimizin sesini, dilini, acısını, sevincini… Sadece harfleri değil; sevgiyi, sabrı, paylaşmayı da öğrettik, öğrendik. Ve ben hep inandım: Bazı yerler insanın içine bir kez dokunur ve bir daha hiç çıkmaz. Jupa da benim için öyleydi. Bir şey söylemeden geçmek istemiyorum; ne kadar evimden uzak olsam da, ders hazırlığı konusunda samimi arkadaşım Yıldız Şare hocamıza teşekkür etmek isterim.
Tüm bu deneyimlerden sonra genç öğretmen adaylarına ne söylemek istersiniz?
Şunu tüm kalbimle söyleyebilirim ki… Eğer kalpten vermezseniz, hiçbir şey veremezsiniz. Çünkü öğretmenlik sadece bir meslek değil; bir gönül işi, bir adanmışlıktır, bir davadır, bir hayattır. Gönüllülük, insanın içini büyüten, ruhunu besleyen bir değerdir. Zorluklar olur elbette… Yol uzun, imkanlar sınırlı, bazen yalnızsınız… Ama sevgi varsa, her engel aşılır. Sevgi varsa, bir kelime koca bir dünyaya dönüşebilir. Genç öğretmen ve öğretmen adaylarına da bir şey söylemek isterim: Kendinizi sadece belgelerle, sertifikalarla değil; kalbinizle, vicdanınızla, sabrınızla da eğitin. Çünkü gerçek öğretmenlik, sadece anlatmak değil; anlamak, hissetmek, birlikte yürümektir. Unutmayın… Öğretmenlik bilgi taşımak değil; yürek taşımaktır.
Birsen öğretmen hâlâ aynı mütevazılığıyla yoluna devam ediyor. Röportajımızı yazarken kendisiyle çok sayıda derin ve samimi sohbet gerçekleştirdik; o kadar ki, bu röportajda yer alamayacak birçok güzel anı ve düşünce birikti. Ülkemizde, Birsen öğretmen gibi nice özverili, fedakar öğretmenlerin olduğunu bilmek; bize bu röportaj serisine devam etme konusunda büyük bir güç ve kararlılık veriyor
İşte bu yüzden diyoruz ki;
Meşakkatli ve mücadeleci öğretmenler, toplumun sessiz kahramanlarıdır.
Onlar ışığı taşıyanlardır. Onlar geleceği inşa eden ellerdir.
Bu vesileyle, tüm fedakâr ve yürekli öğretmenlerimize gönülden teşekkür ediyorum.
İyi ki varsınız. İyi ki bu kutsal yoldasınız. Birsen öğretmenin yolunda yürüyen tüm öğretmenlerimize selam olsun… Ve biz, bu değerli yolculuğa devam edeceğiz.
Fehmi Skender
Bizi takip edin ,balkanları birlikte keşfedelim.!