Jeremy Bowen: İsrailli yerleşimciler Filistinlileri Batı Şeria’dan kovma planlarını yoğunlaştırıyor

Meir Simcha konuşmayı kabul etti, ama özel bir yerde konuşmak istiyordu çünkü onun için bu özel bir zamandı.
Simcha millet, din ve savaşın siyaset ve toprak sahibi olmakla ayrılmaz bir şekilde kesiştiği bu bölgede tatlı su kaynağının yanındaki incir ağacının altında gölgelik bir yer seçti.
Arazi lastikleriyle donatılmış küçük Toyota’sından meyve ve sebze suyu çıkardı.
“Merak etme, ekstra şeker yok” diyerek plastik bardaklara döktü.
Simcha Yahudi bir yerleşimci lideri. Mensubu olduğu grup, İsrail’in 1967 Orta Doğu savaşında ele geçirdiğinden beri işgal ettiği Batı Şeria‘da El Halil’in güneyindeki inişli çıkışlı arazinin büyük bir bölümünü istikrarlı bir şekilde dönüştürüyor.
İki büyük yassı taşı oturak olarak gölgeye taşıdı ve kavurucu yaz sıcağında bir borudan damlayan su ile hayata tutunan yemyeşil çimlerin arasına oturduk.
Dik, kurak ve kayalık bir yamacın eteğinde küçük bir vaha olan bu noktada sohbetimiz olmasa da bulunduğumuz yer, bugünlerde Batı Şeria‘da nadiren hissedilen bir şekilde huzur vericiydi.
Araplar ve Yahudiler arasında Ürdün Nehri ile Akdeniz arasındaki toprakların kontrolü için yaşanan çatışma, bir asır önce Avrupa’dan gelen Siyonistlerin Filistin‘de topluluklar kurmak için toprak satın almasıyla başladı.
Bu çatışma, önemli dönüm noktaları tarafından şekillendirildi.
Bunların sonuncusu, 7 Ekim 2023’te Hamas tarafından gerçekleştirilen saldırılar ve İsrail’in buna verdiği yıkıcı karşılık oldu.
22 aydır süren ve ateşkese kadar devam edecek olan savaşın sonuçları tıpkı 1967’de İsrail’in Mısır’dan Gazze’yi, Ürdün’den Doğu Kudüs ve Batı Şeria‘yı ele geçirdiği Orta Doğu savaşında olduğu gibi yıllara ve nesillere yayılma tehlikesi taşıyor.
Gazze’deki savaşta yaşanan yıkım ve ölümlerin boyutu, gerilim ve şiddetle kaynayan Batı Şeria‘da yaşananları karartıyor.
Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Batı Şeria‘daki Filistinliler üzerindeki baskısı, meşru güvenlik önlemleri olarak gösterilerek keskin bir şekilde arttı.
Bakanların, Simcha gibi etkili yerel liderlerin açıklamalarına ve sahadaki tanıkların ifadelerine dayanan kanıtlar, bu baskının daha büyük bir gündemin parçası olduğunu ortaya koyuyor.
Bu gündem, işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimlerinin yayılmasını hızlandırmak ve İsrail’in yanı sıra bağımsız bir Filistin devletine dair süregelen son umutları söndürmek.
Filistinliler ve insan hakları grupları, İsrail güvenlik güçlerini işgalci olarak kendi vatandaşlarının yanı sıra Filistinlileri de koruma konusundaki hukuki görevlerini yerine getirmemekle ve yerleşimcilerin saldırılarına göz yummakla kalmayıp bu saldırılara katılmakla suçluyor.
Batı Şeria‘da aşırı milliyetçi Yahudi yerleşimcilerin şiddet olayları 7 Ekim 2023’ten bu yana keskin şekilde arttı.
Birleşmiş Milletler’e (BM) göre Batı Şeria‘da günde ortalama dört yerleşimci saldırısı gerçekleşiyor.
Uluslararası Adalet Divanı (ICJ), 1967’de ele geçirilen Filistin topraklarının tamamının işgalinin yasadışı olduğuna dair bir tavsiye kararı yayınladı.
İsrail, ICJ’in görüşünü reddediyor ve işgal altındaki topraklarda yerleşimi yasaklayan Cenevre Sözleşmelerinin geçerli olmadığını iddia ediyor – bu görüşe İsrail’in kendi müttefikleri ve uluslararası hukukçularının büyük kısmı tarafından itiraz ediliyor.
İncir ağacının gölgesinde oturan Simcha, ele geçirdiği tepelerde hayvanlarını otlatan ve vadilerde zeytin yetiştiren Arap çiftçilerin çoğunun gitmiş olmasını kutluyor ve Filistinlilere saldırdığı yönündeki tüm iddiaları reddediyor.
Hamas’ın Ekim saldırılarını ve İsrail’in o zamandan bu yana verdiği karşılığı bir dönüm noktası olarak görüyor:
“Bence çok şey değişti, topraklarımızdaki düşman umudunu kaybetti. Gidici olduğunu anlamaya başladı; son bir ya da bir buçuk yılda değişen şey bu.
“Bugün bu topraklarda, çölde dolaşabilirsiniz ve kimse üzerinize atlayıp sizi öldürmeye çalışmaz. Hala bu topraklardaki varlığımıza karşı çıkmaya çalışanlar var ama düşman burada bir geleceği olmadığını yavaş yavaş anlamaya başladı.
“Gerçek değişti. Size ve dünya halklarına soruyorum, neden bu Filistinlilerle bu kadar çok ilgileniyorsunuz? Neden onları bu kadar önemsiyorsunuz? Onlar sadece küçük bir ulus.
“Filistinliler beni ilgilendirmiyor. Ben halkımı önemsiyorum.”
Simcha, hak iddia ettiği tepelerin yakınındaki köy ve çiftlikleri terk eden Filistinlilerin Tanrı’nın bu toprakları kendilerine değil Yahudilere bahşettiğini anladıklarını söylüyor.
BM uzmanlarından oluşan bir panel, 24 Temmuz’da farklı bir sonuca vardı.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından yapılan açıklamada şöyle denildi:
“Yaygın sindirme, şiddet, toprakların alıkonması, geçim kaynaklarının yok edilmesi ve bunun sonucunda toplulukların zorla yerlerinden edilmesi iddialarından derin rahatsızlık duyuyor ve bu durumun Filistinlileri topraklarından koparmasından ve gıda güvenliklerini baltalamasından endişe ediyoruz.
“İddia edilen şiddet eylemleri, mülkün tahrip edilmesi ile arazi ve kaynaklara erişimin engellenmesi sistematik bir insan hakları ihlali örüntüsü oluşturuyor gibi görünmektedir.”
Simcha, oturduğumuz pınarın dibine bir yüzme havuzu yapmayı planlıyor.
Batı Şeria‘daki Yahudi yerleşimlerinin genişlemesine öncülük eden diğer pek çok kişi gibi onun da birçok planı var.
Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’in sınır savunmasını yarmasından kısa bir süre sonra onunla ilk tanıştığımızda Ölü Deniz’e doğru inen çöle bakan bir tepenin üzerinde küçük, izole bir grup ile karavanlarda yaşıyordu.
Simcha o zamandan beri topluluğunun üç tepede yaklaşık 200 kişiye ulaştığını söylüyor.
Kendisi yerleşimci hareketinin “tepe gençliği” olarak bilinen ve Filistinlileri şiddet kullanarak taciz etmesiyle ün salmış radikal bir fraksiyonunun parçasıydı.
İşgal altındaki topraklara yerleşen İsraillilerin çoğu Simcha gibi değil. Oraya ideolojik ve dini nedenlerle değil, mülk daha ucuz olduğu için gittiler.
Ama şimdi Simcha gibi insanlar olayların merkezinde, liderleri kabinede ülkeyi yönetiyor. Evli ve yaşlı bu isimler sadece çocukları için yüzme havuzlarını değil, Filistinlilere karşı nihai zafer kazanmayı ve bu toprakların ebedi Yahudi hakimiyeti altına girmesinin hayalini kuruyorlar.
Simcha mutlu gözüküyor. Batı Şeria‘yı Filistinliler için değil Yahudiler için bir toprak haline getirerek Tanrı’nın isteğini yerine getirme görevinin iyi bir şekilde ilerlediğine inanıyor.
İsrail’in onlarca yıllık projesi
İsrail’in yeni işgal ettiği topraklara Yahudi vatandaşlarını yerleştirme projesi 1967’deki zaferinden birkaç gün sonra başladı.
Doğu Kudüs de dahil olmak üzere Batı Şeria‘da yaklaşık 700 bin İsrailli Yahudi’nin yaşadığı noktaya ulaşmak için İsrail hükümetleri ve bazı zengin sempatizanlar neredeyse 60 yıl boyunca büyük miktarda para ve enerji harcadı.
1991’de işgal altındaki Filistin topraklarından ilk kez haber yaptığımdan bu yana projenin ömrünün neredeyse bir yarısı boyucna yerleşimlerin büyümesini izledim.
Bu süre zarfında Batı Şeria arazisinin büyük bölümü değişti.
Büyük yerleşimler küçük kasabalara benziyor. Batı Şeria, İsrail tarafından inşa edilen ve trafik yönetimi kadar toprak üzerinde tartışılmaz hak iddia etmekle de ilgili olan bir yol ve tünel ağıyla farklı bölümlere ayrılmış durumda.
Geceleri uzak tepelerde, kendilerini Yahudi öncüler olarak gören yerleşimcilerin karavanlarından gelen ışıkları görebilirsiniz.
Yol ağı boyunca uzanan ve Filistinli çiftçilere ait zeytinlikler, meyve bahçeleri ve üzüm bağları genellikle aşırı büyümüştür ve bazen İsrail’in yıktığı binalardan geriye kalan moloz yığınlarıyla doludur.
İsrail, Batı Şeria’daki Yahudilere yönelik saldırıları durdurmak için yolların etrafındaki araziyi kontrol etmenin gerekli olduğunu söylüyor.
Yerleşimci baskısı altındaki bölgelerdeki çiftçiler topraklarını ziyaret etmek için genellikle askeri izne ihtiyaç duyuyor, bazen yılda yalnızca bir kere izin alabiliyorlar.
Eskiden Filistinli çiftçilerin kamyonetlerle ya da eşeklerle işlerine gitmeleri sık rastlanan bir manzaraydı
Batı Şeria’nın pek çok yerinde, özellikle de Nablus yolu üzerindeki Shiloh’un doğusundaki yerleşimlerde artık onları görmek mümkün değil.
Bu bölgede tepelerde İsrailli yerleşimcilerin yaşadığı küçük baraka ve karavan grupları, giderek genişleyen ve birbirine kıvrımlı yollarla bağlı yerleşim yerlerine eklemlenmiş durumda.
Yerleşimler hakkında ilk haber yaptığımda İsrailli liderler sık sık ulusal güvenliğin bu yerleşimlere bağlı olduğunu söylüyorlardı.
Düşmanlar Ürdün vadisi boyunca pusuya yatmıştı. Sınırın ötesine geçmek ve orada inşaat yapmak Siyonist bir zorunluluktu.
Tıpkı 1920’lerde ve 1930’larda günümüz İsrail’inde kolektif çiftliklerden oluşan kibbutz hareketi gibi, 1967’den sonra işgal edilen topraklardaki yerleşimler de ilk savunma hattı olarak stratejik biçimde yerleştirildi.
Bu meselede toprak hayati bir öneme sahip.
İsrail’in 1967’de aldığı toprakları bir devlet kurmak isteyen Filistinlilerle barış karşılığında takas etmesi, 1990’larda sahte bir umut ışığı sağlayan ancak şiddetle sonuçlanan Oslo barış sürecinin merkezinde yer alıyordu.
Norveç’te aylarca süren gizli görüşmelerin ardından 1993’te İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin ile Filistin lideri Yaser Arafat Beyaz Saray bahçesinde el sıkıştığında dünya çapında manşetler atılmıştı. Çatışmanın sona ermesine yol açacağı umulan bir ilkeler bildirgesi imzalamışlardı.
İsrail işgal ettiği toprakları Filistinlilere bırakacaktı. Buna karşılık onlar da İsrail’in 1948’de bağımsızlığını ilan etmesiyle kaybettikleri topraklar üzerindeki hak iddialarından vazgeçeceklerdi.
İki tarafın da göz koyduğu toprakların kimin kontrolünde olduğuna dair 20’inci yüzyıl boyunca süren çatışmanın merkezinde yer alan tartışma, toprakların bölünmesiyle çözülecekti.
2000’de Camp David’de yapılan son felaket zirvenin ardından 1993’teki umutlar yerini Filistin ayaklanmasının ölümcül şiddetine ve İsrail’in büyük askeri müdahalesine bıraktı.
Barış sürecinin başarısız olmasının bir nedeni de görüşmelerin dışında başka güçlerin iş başında olmasıydı.
Hamas, Filistin topraklarının tamamının İslami bir mülk olduğu inancından asla vazgeçmedi ve barışın mümkün olduğu fikrini gözden düşürmek için intihar saldırılarını kullandı.
İsrail’deki dindar Siyonistler arasında 1967’deki zafer, Yahudi halkını kurtaracak ilahi bir varlığın geleceği inancı olan mesihçilik dalgasını güçlendirmişti.
Yerleşimci hareketini heyecanlandırmıştı.
Başbakan Rabin, Kasım 1995’te Akdeniz kıyısındaki Herzliya’da yetişen ve hafta sonlarını Batı Şeria’daki yerleşim yerlerinde geçiren aşırı bir Yahudi tarafından öldürüldü.
Katil, İsrail güvenlik servisi Şin Bet tarafından yapılan ilk sorgusunda “Yahudi halkını Tanrı’nın iradesini reddeden feci bir yoldan kurtardığı gerçeğine” kadeh kaldırabilmek için bir içki istedi.
Uyarı: Bu kısım rahatsız edici görseller içermektedir
Bugün mesihçi yaklaşım Simcha gibi yerleşimcileri her zamankinden daha güçlü bir şekilde tesirine almış durumda.
Onlara göre 1967’de kazanılan zafer Tanrı’nın bir mucizesiydi ve dünyanın geri kalanının Batı Şeria olarak adlandırdığı Yahudiye ve Samiriye’nin dağlık bölgelerinde Yahudi halkına atalarından kalan toprakları geri verdi.
Bazıları 7 Ekim’den bu yana yaşanan olayların bu mucizeyi genişlettiğine inanıyor.
Yerleşimler ve Ulusal Misyonlar Bakanı Orit Strock, geçen yaz Simcha’nın faaliyet gösterdiği Hebron tepelerindeki bir karakolda sempatik bir dinleyici kitlesine bunları söyledi.
“Benim açımdan bu bir mucize dönemi gibi” diye konuşan İsrailli bakan, sözlerine şöyle devam etti:
“Kendimi trafik ışığında duran biri gibi hissediyorum ve sonra ışık yeşile dönüyor.”
Bakan Strock, ICJ’in görüşünü açıklamasından birkaç gün önce konuşuyordu.
Sözlerini El Halil tepelerinde bulunan ve hükümetin henüz “yasallaştırdığı” bir yerleşim yerinde sarf etti.
İsrail yasalarına göre “yasal” yerleşimler ile “yasadışı” ileri karakollar arasında fark var. Ama bu ayrım, hükümetin eylemleri nedeniyle pratikte bulanıklaşıyor.
“Genç yerleşimler” olarak adlandırılan karakollar, hükümetin bu noktalara fon yölendirmesiyle geriye dönük olarak yasallaştırılıyor.
+++BURADA KALDIM+++
Bu yılın Nisan ayında El Halil’in güneyindeki tepelerden birinde düzenlenen bir törende, işgalin idaresi üzerindeki yetkileri onu aynı zamanda Batı Şeria’nın valisi gibi bir şey yapan Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, yerleşimcilere 19 arazi aracı bağışladı. Onları “büyük toprakları ele geçirdikleri” için övdü.
Times of Israel’in keskin bakışlı bir muhabiri törene katılan yerleşimcilerden biri olan Yinon Levi’nin bir arazi aracından Filistinlileri taciz ederken görüntülendiğine dikkat çekti. Levi, Filistinlileri topraklarından sürmek için şiddet kullandığı gerekçesiyle İngiltere ve Avrupa Birliği tarafından yaptırıma tabi tutulurken Başkan Trump, Joe Biden tarafından uygulanan benzer yaptırımları kaldırdı.
Radikal yerleşimci kraliyet ailesinden gelen Levi, kötü şöhretli bir aşırılık yanlısı olan Noam Federman’ın kızıyla evli. Federman, İsrail, ABD, Avrupa Birliği ve diğerleri tarafından terör örgütü olarak tanımlanan Kach partisinin eski lideridir.
Bu yıl 28 Temmuz’da Yinon Levi, Batı Şeria’daki Umm al-Khair köyünde çıkan bir kargaşa sırasında Filistinli aktivist ve gazeteci Odeh Hathaleen’i öldüren bir kurşun sıktı. Levi meşru müdafaa savunmasında bulundu ve üç gün ev hapsinde tutulduktan sonra serbest bırakıldı.
Umm al-Khair’e gittiğimizde, Hathaleen’in kurumuş kanı hala öldürüldüğü yerdeydi.
Kardeşi Halil, ölen adamın öldürüldüğünde beş yaşındaki oğlu Watan’ı kucağında tuttuğunu ve şiddet sahnelerini telefonuyla kaydettiğini söyledi.
The settlement movement in the West Bank has powered ahead since 7 October, under the direction of hardline Jewish nationalists in the cabinet, men like Itamar Ben Gvir, the national security minister, and Bezalel Smotrich, who is Strock’s leader in the Religious Zionist Party.
Ben Gvir was not drafted by the IDF when he turned 18, because of his extreme beliefs. He claims he campaigned to serve.
The two ministers are very different people to the secular politicians – retired generals like Yigal Allon from the Israeli left and Ariel Sharon from the right – two men who drove the settlement movement forward in its first two decades after 1967.
Just like Allon and Sharon, they believe that security requires power.
But for Smotrich, Ben Gvir and their followers, that is underpinned by the certainty of religious belief.
The influence they have acquired in return for supporting Netanyahu and keeping him in power continues to frustrate and enrage secular Israel.
Smotrich’s Israeli opponents use the word “messianic” as term of abuse when they talk about him.
Allon and Sharon could be ruthless. After the 1967 war, Allon advocated the annexation of large parts of the West Bank and the Jordan Valley. Neither man believed they were doing the will of God.
Hamas uses religion to justify its violent opposition to the existence of Israel. Religious Zionists in the settler movement believe they are doing God’s will.
Belief in a direct connection with God does not guarantee war. But it makes the compromises necessary for peace hard to achieve.
‘Now the settlers are the military’
We arranged to meet Yehuda Shaul at the road junction next to Sinjel. He is one of Israel’s most prominent opponents of the occupation.
Shaul founded an organisation called Breaking the Silence after, as a soldier, he saw first-hand the inherently brutal realities of a military occupation that has lasted almost 60 years.
Fellow Israelis have branded supporters of Breaking the Silence, which he no longer leads, as traitors many times.
Israeli military crackdowns since the October attacks have reduced Palestinian violence against settlers, while settler attacks on Palestinians have grown sharply.
Shaul says that the line between settlers and the Israel Defense Forces (IDF) has become blurred.
The war in Gaza has required the longest mobilisation of military reservists – the backbone of the IDF – in Israel’s history. To get more Israelis into uniform, brigades in the West Bank have formed regional defence units made up of settlers.
“Now the settlers are the military. In the military are the settlers. So that settler on the hilltop nearby a Palestinian herding community that was beating them up and throwing stones for the past two three or four years, trying to get him out, now is the soldier or the officer in uniform with a gun responsible for the area.
“So when he comes to a Palestinian and says, ‘you have 24 hours to pack up and leave or I’m going to shoot you,’ the Palestinian knows there is nothing to protect him.”
Shaul believes Israel has two choices left. One direction, he argues, is “the vector that this government is writing, displacement, abuse, killing, destroying Palestinian life, ultimately, writing a vector to mass population transfer”.
“Or, it is two states where Palestine resides besides Israel and both peoples here have rights and dignity. These are the only two options in our cards. Now you and anyone who watches us, need to choose which one you support.”
He uses language about Netanyahu’s conduct of the Gaza war since 7 October that is rare in Israel but common among Palestinians and increasingly heard among Israel’s critics in Europe.
This is part of our conversation, in the shadow of the steel and razor wire between the village of Sinjel and Road 60 – the West Bank’s main highway.
He says: “I think while we see a war of extermination in Gaza… we see a massive campaign by the state and the settlers… to basically ethnically cleanse as much land of the West Bank from Palestinians.”
I reply: “Of course, if Netanyahu was here, any of his supporters, they’d say, ‘what a load of rubbish. This is about Israeli security against terrorism and attacks on Jews.’ What do you make of that?”
He responds: “I actually believe that if 7 October taught us one thing it is, if you really care about protecting Israelis and Palestinian life, you need to take care of the root causes of the violence: decades of brutal military occupation, displacement of Palestinians and a conflict that is going on for about 100 years.
“Ultimately, the security protection, the sustainability of Jewish self-determination in this land, is interlinked and intertwined with achieving self-determination rights and equality for Palestinians.”
