REKLAM ALANI

Dini Canlılık ve Peygamber A.S.’ın Sürekli Doğuşu

Dini Canlılık ve Peygamber A.S.’ın Sürekli Doğuşu
REKLAM ALANI

Bu metnin başlığında, Allah’la olan bağın tazeliği ve güncelliğiyle ilgili düşünce akışının özü özetlenmiştir. Mümin, söz ve fiiller arasındaki bağlantıyı, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) evrensel ve metafizik kişiliği olmadan asla uyumlu hâle getiremez ve çerçeveleyemez. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ruhun hissettiği ve aklın kavradığı dini hakikatleri yaşama imkanını gerçek anlamda temsil eder. İslam düşünce tarihinin tamamı, Kur’an’a ve hadis-i şeriflere yaklaşım tarzları, Müslüman bireyin bu ameli boyutuna odaklanmıştır. Yani ruh ve akıl yoluyla özümsenen hakikatlerin, bireysel ve toplumsal hayata, Peygamber sünnetinin samimi takibiyle taşınması esastır.

Bu bağlamda denilebilir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), dini canlı tutmanın temel kavramıdır ve bu yüzden farklı zaman ve mekânlarda sürekli olarak “doğar”. Bu, müminin bir ideali olup, bu ideali terk ettiğinde kişi, kendini yüceltme çelişkisine düşer, sahte bir dindarlığa savrulur ya da dinin özünde yatan aşkınlığı (transandensi) kendi önünde sıradanlaştırır. Bunun sonucunda din, folklorik bir gelenek, uyuşuk bir alışkanlık ya da dünyevi/siyasi çıkarlar için bir araç hâline gelir. Bu tür “biçimsel” tanıtımlar dini özünde inkâr eder. Böylece sözle ifade edilen iman, fiiliyatta ateizme dönüşebilir.

REKLAM ALANI

Müminin söz ve fiil arasındaki boşluğu aşmak için gösterdiği tüm çabalara rağmen, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) metafizik şahsiyeti olmadan Allah’a olan iman, aşılması imkânsız bir muammaya dönüşür. Çünkü inancın konusu olan Allah, insanın idrak sınırlarının ötesindedir. Allah’a yakınlığı hissetmek ise dini yaşantının zirvesidir. Bu yakınlık ancak sevgiyle mümkündür ve bu sevgi de Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) samimi bir bağlılıkta özetlenmiştir. Âl-i İmran Suresi 31. ayette Yüce Allah şöyle buyurur:

“(Ey Muhammed!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.”

Dolayısıyla Kur’an’daki din idealinin temeli, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) taze ve her döneme hitap edebilecek sünnetini izlemeye dayanır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ümmetinden kendi sünnetini izleyenlerin mükemmelliğe ulaşmalarını, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmalarını ister. Zaman zaman erişilmez gibi görünen bu ideal, mümini bir sınavla karşı karşıya bırakır: Ya dini gerçek anlamda sadece Allah’a ibadetle yönlendirir ya da kendi benliğine tapar. Kur’an, Yasin Suresi 21. ayette şöyle buyurur:

“Sizden ücret istemeyen ve doğru yolda olan kimselere uyun.”

Din, insanın mülkiyeti değil; Allah’a doğru bir yönelişi, içten ve tam bir adanışı ve başkalarının dindarlığı hakkında hüküm vermekten kaçınmayı içeren sürekli bir süreçtir. Bu anlayışa sahip olanlar için din canlıdır ve Peygamber (s.a.v.) her an yeniden doğar. Bu nedenle, mümin için nominal (adı var, özü yok) din ile yaşanan din arasındaki boşluğu kapatmak, imanî bir zorunluluktur.

Son Peygamber Muhammed (s.a.v.), Müslümanlar için dini hayatın öncüsüdür. Yüce Allah, Kur’an’da Peygamberi (s.a.v.) ve onun arkadaşlarını (ashabını) söz ve fiil arasında tam bir uyum yakalamış kimseler olarak tanımlar. Bu uyumun kaynağı onların Allah’la olan ilişkileridir. Fetih Suresi 29. ayette şöyle buyrulur:

“Muhammed Allah’ın Elçisidir. Onunla birlikte olanlar, kâfirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rükûda ve secdede görürsün. Allah’ın lütfunu ve rızasını ararlar. Yüzlerinde secde izleri vardır. Bu, onların Tevrat’taki vasfıdır. İncil’deki benzerlikleri ise, filiz vermiş, sonra güçlenmiş ve kalınlaşarak gövdesi üzerinde dimdik yükselmiş bir tohuma benzer. Bu, ekicilerin hoşuna gider ve Allah onların vasıtasıyla kâfirleri öfkelendirir. Onlar arasında iman edip salih amel işleyenlere Allah bağışlanma ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.”

Kur’an ve hadis-i şerifler bir yandan Peygamber’in (s.a.v.) ve ashabının örnekliğini ortaya koyarken, diğer yandan bireyin ve toplumun yanlışlarını sert bir şekilde eleştirir. Özellikle Hucurat Suresi’nde bu eleştiriler dikkat çekicidir:

“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulü’nün önüne geçmeyin ve Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah her şeyi işiten ve bilendir. Ey iman edenler! Sesinizi Peygamber’in sesinin üstüne çıkarmayın. Ona yüksek sesle hitap etmeyin… Yoksa farkında olmadan bütün amelleriniz boşa gider…”

Bu suredeki ayetler, dinin şekilciliğe düşmemesi, içtenlikli bir iman anlayışının korunması ve toplumsal ilişkilerde edep ve adabın korunması için müminleri uyarır.

İslam tarihi boyunca bu Kur’ani eleştiriler, liberal ateizm, marksizm veya diğer ideolojilerin din ve müminlere yönelttiği eleştirilerden çok daha derin ve etkilidir.

Eğer Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şahsiyetini doğru şekilde analiz edersek, O’nun Allah ile ilişkisinde tam bir saflık olduğunu açıkça görürüz. Bu saflıkta hiçbir şekilde dini-kutsal bir kibir (manevi üstünlük taslama) ve başkalarının dindarlığını yargılama eğilimi bulunmaz. Tüm dini pratikler ve sonrasında ortaya çıkan dini otorite anlayışı, bu tür kibirden ve başkalarını yargılamaktan arındırılmış bir karakterin sonucudur.

Burada mesele, Allah’ın varlığına ya da O’nun merhametinin insanla olan ilişkisine dair bir şüphe değil; bilakis, insanın zayıf karakteri nedeniyle Allah huzurunda layıkıyla duramamasıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ümmetinden dinin sadece bireysel bir teselli veya içe dönük bir ibadet hali olarak kalmamasını; aksine, ilahi iyilikle yaşanan varoluşsal bir meşguliyetin sonucu olarak bireysel ritüel ve mahremiyetin aşılması ve dinin sosyal bir anlam kazanmasını istemiştir.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) şahsiyeti, sahte dini anlayışları ve ilahi mutlakiyetin kötüye kullanılmasını, insanı merkeze alarak ifşa eder. Tarihsel açıdan onun yaşadığı dönem ile bizim dönemimiz birebir aynı olmasa da, eğer O’nun metafizik bir şahsiyet olduğunu ve tüm tarihsel dönemlerde aynı tazelik ve yumuşaklıkla doğduğunu dikkate alırsak, şu sonucu çıkarabiliriz: Din, Peygamber Efendimizin şahsiyetini günümüzde yeniden yorumlamadan canlılığını koruyamaz.

Zira içinde yaşadığımız dönem, “uzun anlatıların sonu”nun ilan edildiği, büyük ideolojilerin çöktüğü, çoğulculuk ve küreselleşme dönemidir. Aynı zamanda bilimsel-teknik, teknolojik-bilgi çağı, modern postmodern, neoliberal-tüketimci bir çağdır. Dini açıdan ise bu çağ, “Allah’sız ve Peygambersiz din arayışlarının” yükseldiği, dinin dönüştüğü ve dağıldığı bir dönemdir.

Ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah’ın Kitabının tebliğcisi ve en iyi tercümanıdır. O, Müslüman hayatı için tek ölçü ve insanlık tarihinde en üstün şahsiyet modelidir. Bu yüzden Kur’an şöyle buyurur:

“Andolsun, Allah’ın Resulü’nde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çokça anan kimseler için en güzel örnek vardır.”

Allah (c.c.) açıkça belirtmiştir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) inananlar için bir örnektir. O hâlde şu soru doğar: Gelecek nesiller bu mükemmel örneği nasıl hayatlarına taşıyacaklardır?

Cevap şudur: Bu, her şeyden önce, Peygamber Efendimizin bıraktığı ilim mirasının doğru ve hakkıyla korunmasıyla mümkündür. Bu bilinçle, İslam âlimleri ilk dönemlerden itibaren, Peygamberin söz ve davranışlarını kayıt altına almayı bir sorumluluk olarak görmüşlerdir. Sünnet ve hadis mirası, ibadet, ahlak ve gündelik hayattaki meselelerde Müslümanların başvurduğu tartışmasız bir kaynak olmuştur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), sadece ilahi vahyi tebliğ etmekle kalmamış, aynı zamanda onu açıklamakla (tebyin) de yükümlüydü. Kur’an’daki ayetleri açıklayan sözlerine hadis, bu ayetleri kendi hayatında uygulamasına ise sünnet denmiştir.

Bu bağlamda Abdullah b. Ömer’e şöyle soruldu:

“Kur’an’da korku namazı (savaş zamanı namazı) ve normal namaz geçiyor, ama seferi namaz (yolculukta kılınan namaz) neden geçmiyor?”

O da şöyle cevap verdi: “Biz hiçbir şey bilmiyorduk. Allah bize Muhammed’i gönderdi. Biz de o nasıl yapıyorsa öyle yapıyoruz.”

Sünnet, Kur’an’ın Müslümanların toplumsal hafızasında yer edinmesini sağlayan ana unsurdur. O, Kur’an’ın açılımı ve açıklamasıdır. Kur’an’daki emirlerin ve ilahi tercihlerin Müslümanların günlük yaşamına aktarılmasında sünnetin rolü büyüktür. Kur’an’da geçen “vasat ümmet” ve “en hayırlı ümmet” gibi kavramlar, ancak Peygamberin sünnetiyle anlam ve hayat bulmuştur.

Suriyeli fakih Mekhûl’ün şu sözü bu anlamda dikkat çekicidir:

“Kur’an’ın sünnete ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır.”

Bu söz, sünnetin Kur’an’ın anlaşılmasındaki kaçınılmaz rolünü ve Kur’an’ın gündelik yaşama taşınmasını ifade eder.

Sünnet sadece ibadetle sınırlı kalmaz; Peygamber Efendimizin insan ilişkileriyle, etik davranışlarıyla, toplumsal gelenekleriyle, hatta insani ve sosyo-politik faaliyetleriyle de ilgilidir. Kur’an’da “yüksek bir ahlâk üzere” olduğu belirtilen Peygamberin sünneti, Müslüman hayatında vazgeçilmezdir.

İslam Peygamberi, ezeli ilahi seçimde örnek metafizik şahsiyet olarak belirlenmiştir. O’nun tabiatı, ilahi yaratılışın özüne dayalıdır ve hem kâinatın hem de insan şahsiyetinin temelini oluşturur. Bu hakikat mistik değil, aksine Allah’ın yaratma ve vahiy yoluyla dünyayla sürekli ilişkisinin en somut göstergesidir. Peygamberin metafizik şahsiyeti, Allah’ın koruması altındaki bu tecellinin en açık yansımasıdır.

Bu durumda Peygamberin doğası idealize edilmiş bir soyutluk değil; bilakis Allah’ın yaratıcı faaliyetinden kaynaklanan en saf insanlık düzeyidir. Zamanla bu saflık, hem anlam hem de madde olarak ilahi hikmetle yüceltilmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah’ın dünyaya karşı karşılıksız bir rahmetidir. O, ilahi anlamın kesintisiz kaynağıdır. O’nun şahsında, ilk peygamberlerin simaları ve daha önce gönderilen tüm kutsal metinlerin özü birleşmiştir. O, Allah tarafından yaratılmış ilk varlık ve en mükemmel ruhsal şekliyle şekillendirilmiş örnek şahsiyettir.

O’nun ruhsal terbiyesi, Allah’ın tarifsiz gözetimi altında gerçekleşmiştir. Bu eğitim sürecinin sonucu, hem vahiyde hem de Peygamberin mesajlarında açıkça görülmektedir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), dinin ve dini hukukun insani yüzü ve tamamlayıcılığıdır. Bu, Allah’ın vahiy yoluyla insanlığa ulaştırdığı iyilik, güzellik, hikmet ve muradının en mükemmel tarihsel yansımasıdır. Bu güzellikler ona Allah’ın rahmetiyle verilmiş olsa da, o aynı zamanda dünya çapında köklü bir eğitim sürecinden geçmiştir.

Allah’ın vahyinin tarihsel ve evrensel sürekliliği, Peygamberin eğitim sürecinde açıkça görünür. Her ilahi mesaj, Peygamberin şahsında bir eğitim faaliyetinin temsilidir. Böylece, Allah’ın mesajı hem kendini tanıtır hem de mesajın doğru anlaşılabilmesi için Peygamberin bütünlüğünü esas alır. Bu ilahi eğitimin bir sonucu olarak, Peygamberin şahsiyeti asırlar öncesinden taze bir enerjiyle günümüze kadar ulaşmıştır.

Peygamberin (s.a.v.) önemini anlamak için mutlaka onun metakozmik ve kozmohistorik boyutuna derinlemesine inmek gerekir. Onun düşünceleri derindi, ama yaşadığı dünyada insanların yaşadığı her durumla yüzleşti. Öksüzlüğün acısını yaşadı, ticaretle uğraştı, sürgün edildi, eşinin ve oğlunun kaybıyla sarsıldı. Ama aynı zamanda sevindi, hayatın güzelliğini ve estetiğini tattı.

Onun misyonu, insan yaşamında bir denge inşa etmekti. Bu denge, Allah’a bağlılık, sadakat ve hizmetin temeli olacaktı.

Bir Müslüman için Peygamber Efendimiz (s.a.v.), tevazu ve yüceliğin, cömertliğin, dürüstlüğün ve hakikate olan sevginin en güzel örneğidir. O, Allah’a tam teslimiyetin, yakınlara merhametin ve insanlara karşı yüce ahlakın modelidir.

Sonuç olarak, Peygamberi günümüze taşıyarak, onun eylemlerini sürekli güncelleştirerek, dini başka amaçlar için bir araç değil; Allah ile kul arasındaki sahici ilişkinin özü olarak yaşatabiliriz. Din, canlı olmalı; insanı kendine tapınmaktan ve kutsalı şahsi çıkarlara alet etmekten korumalıdır.


Haberlerimize yorumlarınızı bekliyoruz.

REKLAM ALANI
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ