Bir Ömürlük Öğretmenlik Sevdası: Avni Sezair’in Pralink’ten Yükselen Hikayesi

Pralenik Köyü’nün kalbinden yükselen bir ses, sadece bir Fransızca öğretmeni değil, aynı zamanda bir aile geleneğinin, azmin ve fedakarlığın yaşayan bir örneği: Avni Sezair. Babasından devraldığı öğretmenlik meşalesini 41 yıldır onurla taşıyan Avni Sezair, zorlu eğitim yolculuğundan arıcılık tutkusuna, gönüllü imamlıktan gençlere verdiği öğütlere kadar uzanan dolu dolu bir yaşamı gazetemize anlattı.
Avni Hoca, eğitim yolculuğunuzun ilk adımları Pralink Köyü’nde nasıl atıldı ve sizi bu yola çıkaran en temel zorluklar nelerdi?
Ben Avni Sezair. 1963 yılında Pralenik Köyü’nde doğdum. Burası Merkez Jupa Belediyesi’ne bağlı bir köydür. İlkokulun 1’den 4. sınıfa kadar olan kısmını Breştanik Köyü’nde okudum. Çünkü bizim köyümüzde o zamanlar ilkokul yoktu. Her gün yürüyerek yaklaşık beş kilometre uzaklıktaki bu köye giderdik… 8. sınıfa kadar olan eğitimimi ise altı kilometre mesafedeki Kocacık’ta tamamladım. Yöremizde Türkçe eğitim veren bir lise olmadığı için liseyi Gostivar’da okumak zorunda kaldım. O dönemde oradaki derslerin yarısı Türkçe, yarısı ise Makedoncaydı. Lise eğitimimin ardından üniversiteye Üsküp’te devam ettim ve Fransızca bölümünü bitirdim. 1984 yılından beri öğretmenlik yapıyorum. Halen aktif olarak mesleğimi sürdürüyorum.
Beden eğitimi öğretmeni olmak isterken, nasıl Fransızca öğretmenliğine yöneldiniz? Bu tercihin arkasında özel bir sebep var mıydı?
O zamanlar buralarda Fransızca, yabancı dil olarak en çok tercih edilen ve okutulan dildi. Aslında benim ilk isteğim beden eğitimi öğretmeni olmaktı. Fakat o dönemde üniversitelerde bu bölüme girmek çok zordu. Yer yoktu, kontenjanlar sınırlıydı. Ben de Fransızca’ya yöneldim. Ayrıca dil olarak da seviyordum Fransızca’yı. Ağabeyim o zamanlar bana bu dersi öğretiyordu. Onun Fransızcası çok iyiydi. Belki de bu sevgi, onun sayesinde içimde yer etti. Fransızca böylece benim için bir tercih değil, doğal bir yöneliş haline geldi diyebilirim.
Öğretmenlik mesleği sizin için sadece bir iş miydi, yoksa bir aile geleneğinin parçası mıydı? Babanızın ve ağabeyinizin bu yolda size etkisi nasıl oldu?
Benim için öğretmenlik sadece bir meslek değildi. Bizim ailede bu bir gelenek gibiydi. Babam savaştan sonra yöremizdeki ilk öğretmenlerden biriydi. Bölgedeki neredeyse her köyde görev yaptı. Onun sayesinde biz de eğitimle büyüdük. Büyük ağabeyim de bu konuda bana çok destek oldu. O yüzden bu yolda ilerlemem kaçınılmaz gibiydi.
Peki, sizde bu kadar güçlü bir öğretmenlik geleneği varken, çocuklarınız neden farklı branşlara yönelmeyi tercih ettiler?
Onlar farklı branşlara yöneldiler. Dediler ki, ‘Bizim ailede herkes öğretmen olmuş, biz farklı bir yol çizelim.’ Biri mimarlık, diğeri grafik tasarım alanında eğitim aldı. Aslında bu da güzel bir şey; herkesin kendi yolunu çizmesi.
Hocam, o dönemde ilkokulu bile bitirmek zormuş. Sizin ise daha fazlasını yapmak için köyünüzden ayrıldığınızı görüyoruz. O dönemde lise eğitimi almak büyük bir fedakârlık değil miydi?
Evet, o zamanlar gerçekten farklı bir felsefe vardı. İnsanlar eğitime çok büyük bir değer verirlerdi. Herkesin imkânı yoktu ama olan da sonuna kadar kullanmak isterdi. Ben de Türkçe eğitim almak için doğduğum Pralenik Köyü’nden ayrılıp Gostivar’a gittim. Bu çok kolay bir karar değildi ama gerekiyordu.
Eğitim hayatınızda sizi derinden etkileyen, ilham veren öğretmenleriniz oldu mu? Onlardan bahseder misiniz?
O yıllarda hayatıma dokunan, ruhumu şekillendiren kıymetli hocalarım… İsimleri hâlâ kalbimin en özel köşesinde saklı. Matematik öğretmenimiz Abdülgani Ali, sayıların büyüsünü sevdirirken; Behiye Hoca, hayatın sırlarını bizlere açtı. Son sınıfta yolumuzu aydınlatan Yakup İlyas, bilgeliğiyle ilham verdi. Türkçe öğretmenimiz Hamdi Hasan ise dilimizin güzelliklerini keşfetmemizi sağladı. Tarih ve coğrafya derslerinde Vrapçişteli Şükrü Hoca, bizi geçmişe ve dünyaya götürdü. Onlar sadece öğretmen değil, hayatıma ışık tutan, yol gösteren gerçek kahramanlardı.
Hocam, tam 41 yılı geride bıraktınız. Pek çok kişi için bu bir hayal. Siz ise bunu yaşadınız. Bu uzun süreçte sizi en çok zorlayan ve en çok gururlandıran anlar nelerdi?
İlk yıllar gerçekten zorluydu. Özellikle kış aylarında, kar yağdığında yol olmadığı için okula yaya gidiyorduk. Bazen yolu kendimiz açar, ardından öğrencilerimiz gelirdi. O dönemlerde imkânsızlık çoktu ama azim olunca her şey aşılabiliyor. Bu 41 yıl içinde çok güzel başarılar da yaşadık. Öğrencilerimiz, bölgesel düzeyde birincilik ve ikincilikler elde etti. Bu çalışmaları ders saatleri dışında yapıyorduk çünkü okulda kalmak için olanak yoktu. Ne etüt vardı, ne de teknolojik imkânlar… Sadece kitaplarımız vardı ve onlarla çalışarak başarılı olduk.
Günümüzün teknoloji çağında gençlere neler tavsiye edersiniz?
Günümüz dünyası hızla değişiyor, teknoloji gelişiyor ve bilgi kaynakları çeşitleniyor. Ancak, bugünkü gençlere en büyük tavsiyem şudur: Öğrenme yolculuğunuzda sadece televizyon, cep telefonu gibi araçlara değil; kitaplara da mutlaka yer verin. Çünkü kitaplar kalıcıdır, evinizin bir köşesinde sizi beklerler. Onları okumak, zihninizi derinleştirir, düşünce gücünüzü artırır ve sizi hayata daha donanımlı hazırlar. Unutmayın, gerçek bilgi ve anlayış kitapların sayfalarında gizlidir.
Hocam, siz sadece eğitimle değil, arılarla da uğraşıyorsunuz. Bu arıcılık tutkunuz nasıl başladı?
Aslında balı sevdiğim için başladı. Kendim bal tükettiğimden dolayı bir gün içimden, “Neden kendi balımı kendim üretmeyeyim?” dedim. Böylece küçük bir hobi olarak başladım. Zamanla arılar o kadar düzenli ve disiplinli çalışıyor ki, onları izledikçe ben de daha çok ilgilenmeye başladım. Bu ilgim sayesinde birkaç kovan daha edindim. Şimdi hâlâ arada vakit buldukça uğraşırım. Arıcılık herkes için büyük bir kazanç kapısı olmasa da, ekonomik açıdan iyi bir ek gelir sağlar. Bu uğraş bana hem ruhsal dinginlik hem de üretmenin verdiği derin bir tatmin duygusu sağlıyor.
Bir arıcının tipik bir günü nasıl geçer?
Elbette arılar büyük dikkat ve zaman ister. Her gün ilgilenmek gerekir ama bu da bana iyi geliyor. Bir nevi doğayla bağ kurduğum bir an oluyor. Sabah erken saatlerde, hava serinken çalışmaya başlarız. O saatlerde tarlacı dediğimiz dışarı çıkan arılar iş başında olur. Biz de önce dışarıdaki hareketliliği gözlemleriz, ardından kovanın içini kontrol ederiz: Gelişim nasıl gidiyor, ana arı çalışıyor mu, genç mi yaşlı mı, değiştirmek gerekir mi? Bal zamanı geldiğinde kat dediğimiz eklemeleri yaparız. Arıların bal depolayabilmesi için bu çok önemlidir. Öğle saatlerinde sıcaklık arttıkça arılar daha agresif olur, o yüzden o saatlerde çok müdahale etmeyiz. Akşam serinliğinde ise tekrar çalışmalara devam ederiz. Her gün yapılacak bir şey mutlaka çıkar. Kontrol, düzen, gözlem… Hepsi önemli. Arılar gerçekten çok çalışkanlardır. Onlarda tembellik yoktur.
Hocam, siz aynı zamanda köyde yıllardır ezanı okuyan kişisiniz. Bu görev ne zaman ve nasıl başladı?
Bizim camimiz çok eskiydi. 1993 yılında birkaç gençle birlikte bir girişimde bulunduk ve caminin inşaatına başladık. 1995–1996 yıllarında inşaat tamamlandı ama o dönemde köyde ne bir imam vardı ne de bir görevli. 2000 yılından itibaren, evde olduğum sürece camide düzenli olarak ezanı ben okumaya başladım. Hâlâ da devam ediyorum. Aslında resmi olarak imam değilim ama köylüler beni öyle bilir, hatta dışarıdan gelenlere de beni ‘köyümüzün hocası’ diye tanıtırlar. Köyümüz ezansız kalmasın diye elimizden geleni yaptık. Şu anda camimiz iyi durumda. İnşallah ileride bir imam evi yapılır da kalıcı bir görevli gelir. En azından misafir bir imam geldiğinde kalacak bir yeri olur. Bu da köyümüz için güzel bir gelişme olur.
Sayın hocam, bu uzun ve anlamlı röportajın sonunda gençlere ve okuyuculara ne tavsiye edersiniz?
Her şeyden önce eğitim diyorum. Eğitimsiz hiçbir başarıya ulaşılmaz. Gençlere tavsiyem, kitap okumaya devam etsinler. Sadece teknolojiyle değil, kitaplarla da iç içe olsunlar. Günümüzde, ekonomik şartlar nedeniyle çoğu zaman sadece tek işle geçinmek zor. Bu yüzden imkânları ölçüsünde birden fazla alanda kendilerini geliştirmeleri, farklı işlerle uğraşmaları yararlı olur. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, asla yılmasınlar. Azimle çalışan mutlaka başarıya ulaşır.
Son olarak, size destek olan kurum veya kişilere teşekkür etmek ister misiniz? Özellikle TİKA’nın katkıları sizin için ne ifade ediyor?
Ayrıca bu vesileyle TİKA’ya da teşekkür etmek isterim. Hem yöremize sağladıkları genel destekler, hem de özellikle arıcılık alanında verdikleri katkılar bizim için çok kıymetli. Ben de o desteklerden faydalananlardan biriyim. Arıcılık hobisi bana iyi geldi ve TİKA’nın katkısı bu süreci daha verimli hâle getirdi. Bu destekler için minnettarım.
Avni Sezair… Pralenik Köyü’nden yükselen bu sessiz kahraman, sadece bir öğretmen değil; aynı zamanda azmin, adanmışlığın ve toplumsal sorumluluğun yaşayan bir örneği. Bir ömürlük öğretmenlik sevdasıyla yoğrulmuş hayatı, fedakârlıkla, ilmek ilmek dokunmuş bir idealizmin portresi. Onun hikâyesi, geçmişin zor koşullarında bile eğitimin nasıl bir umut ışığı olabileceğini kanıtlıyor, genç kuşaklara ilham vermeye devam ediyor.
Avni hocamızın meslek hayatına başlarken ve görevini sürdürürken yanında birçok nitelikli, değerli meslektaşı olmuştur. Maalesef, bu kıymetli yol arkadaşlarından bazıları bugün artık aramızda değil. Eğitim meşalesini büyük bir özveriyle taşıyan, bilginin ve erdemin izini sürerek nice hayatlara dokunan bu değerli öğretmenlerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Kutsal vazifelerini büyük bir onur ve sorumlulukla ifa eden bu gönül neferlerinin mekânı cennet, ruhları şâd olsun…
Gazetemiz, tıpkı Avni Sezair’in anlam yüklü hayat hikâyesinde olduğu gibi; ülkemizin dört bir yanından yükselen başarı öykülerini, insan ruhuna derinden temas eden yaşam mücadelelerini siz kıymetli okuyucularımızla buluşturma kararlılığını sürdürmektedir.
Fehmi Skender
Bizi takip edin ,balkanları birlikte keşfedelim.!