REKLAM ALANI

Ayrımcı ve Soykırımcı Bilincin Fenomenolojisi

Ayrımcı ve Soykırımcı Bilincin Fenomenolojisi
REKLAM ALANI

Fenomenoloji, felsefî bir disiplin olarak yalnızca nesnelerle değil, aynı zamanda bu nesnelerin bilincimize nasıl göründüğüyle ilgilenir. Bu yaklaşımı, çağdaş insanın en büyük dehşetlerini – yani rasyonel ayrımcılığı ve soykırımı – anlamak için uyguladığımızda, yalnızca tarihsel olguları incelemiş olmayız; hasta bir kolektif bilincin karanlık derinliklerine gireriz. Ayrımcı bilincin fenomenolojisi, suçların kroniği değil; bu suçları mümkün ve kendi bağlamında “meşru” kılan bilinç yapısının bir araştırmasıdır.

Bu fenomenolojinin merkezinde, kolektif bilincin gerçeğin basit bir yansıması olmadığı fikri yatar. O, gerçekliğe aktif biçimde müdahale eden, onu yorumlayan ve yeniden inşa eden bir alandır. Ayrımcı bilinç, kendi üzerine kuşku duymayı askıya alarak (“epokhē”nin sapmış biçimiyle), “Ben/Biz”i normatif merkez, “Sen/Onlar”ı ise yabancılığın kaygısı olarak kabul eden bir dünyayı sorgulamadan benimsemekle başlar.

REKLAM ALANI

Bu bilinç birkaç temel fenomenolojik aşamada işler:

  1. “Öteki”nin varoluşsal bir tehdit olarak sunulması

İlk fenomen, basit bir nefret değildir; bilincin çarpıtılmış yönelimselliğidir (intencionalitet).
Örneğin, soykırımcı Sırp bilinci, Arnavut’u, Boşnak’ı, Hırvat’ı – veya Yahudi bilinci Filistinliyi – başka bir özne olarak değil, Sırp ulusunun varlığını tehdit eden ontolojik bir tehlike olarak görür. “Öteki” yalnızca farklı değildir; tarihten ve topraktan silinmesi gereken bir engeldir. Bu bilincin noeması (zihnin yöneldiği nesne) tam olarak budur: Öteki–olarak–tehdit.

  1. İnsanlıktan çıkarma ve fenomenolojik indirgeme

“Öteki”yi insan yapan her şey – duyguları, tarihi, kültürü, ölümü – bir kötü indirgemeye maruz kalır. Onun karmaşık bütünlüğü yerine, etnik bir karikatüre, kirliliğin, ihanetin ya da küçümsemenin sembolüne dönüştürülür.
Bu, rastlantısal bir eylem değil; bilincin, “Öteki”nin insanlığını fark etmeyi reddetmesiyle yürüyen süreğen bir süreçtir. Bu yüzden, “Öteki”nin ölümü bu bilinç için trajedi değildir; çünkü o ölümü “insanca” bir ölüm olarak görmez.

  1. Efsaneyi inşa etme ve öldürmeyi meşrulaştırma

Soykırımcı bilinç, ahlaki bir boşlukta var olamaz. Kendi içinde bütünlüklü bir dünya görüşü – bir yaşam dünyası – kurar; burada öldürmek gerekli, hatta yüce bir görev hâline gelir.
Tarihsel mitler (örneğin Kosova Savaşı, “İslam tehdidi” anlatısı) bu meşrulaştırmanın çerçeveleridir. Bunlar yalnızca propaganda değildir; kolektif bilincin yapısına yerleşerek, onun dünyayı başka türlü görmesini imkânsız kılar. Öldürmek böylece “tarihî” ve “varoluşsal” bir görev olarak yaşanır.

  1. Ahlaki anestezi ve kötülüğün sıradanlığı

Önemli bir boyut da, soykırımcı bilinçte kötülüğün banalliğidir(sıradanlığıdır).
Eylemler korkunç olsa da, failin bilinci rutinleşmiştir. Fail, her an nefret duyan bir canavar olmak zorunda değildir; çarpıtılmış bir gerçekliğin memurudur yalnızca. Kendi eylemini “temizlik”, “savunma” ya da “görev” olarak anlamlandırır.
Bu ahlaki uyuşma, önceki fenomenolojik süreçlerin “başarılı” sonucudur.

Fenomenoloji bize, ayrımcılığın sıradan bir önyargı olmadığını gösterir. O, bilincin kalıcı bir tarzıdır – dünyayı görme biçimidir. Bu tarz güçlendiğinde, kurumsallaştığında ve devlet doktrinine dönüştüğünde, soykırımın yolu açılır.

Bu anlamda soykırım, içine kapanmış bir bilincin mantıksal doruğudur. Kolektif bilinç, “Öteki”ni bir tehdit nesnesine indirgedikten sonra, onu varoluş alanından tamamen silmeye karar verir. Bu, sadece kitlesel bir katliam değil, bilincin kendi belirlediği “pis unsuru” dünyadan metafizik bir arındırma projesidir.

Ayrımcı bilincin fenomenolojik çözümlemesi, “öteki”nin ortadan kaldırılmasına yol açan bilinç mekanizmalarını anlamak için bir model sunar — hem dünyada, hem de bizde.
Bize hatırlatır ki, soykırım silahlarla başlamaz; “Öteki”ni nasıl gördüğümüzde başlar.
O’nun insanlığını fark etmeyi bıraktığımız, onu tehlikeli bir soyutlama olarak görmeye başladığımız anda.
Bu olguyla yüzleşmek yalnızca hukuki bir yargılama değil, aynı zamanda kolektif bir fenomenolojik terapi gerektirir:
İnsanı insanlıktan çıkaran bilinç yapılarını sökmek ve her insan varlığının öznelliğini bilincimizin merkezine geri getirmek için sürekli bir çaba.

Bu, bilincin savaşıdır – belki de hem ilk hem de son savaş alanı.a


Haberlerimize yorumlarınızı bekliyoruz.

REKLAM ALANI
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ