REKLAM ALANI

Kaybolmuş Tadın Trajedisi: Bildiğimiz Dünyaya Ağıt

Kaybolmuş Tadın Trajedisi: Bildiğimiz Dünyaya Ağıt
REKLAM ALANI

Dünya yalnızca gözlemlenebilir nesnelerin bir toplamı, kuru bir coğrafya haritası ya da kör bir fizyolojik mekanizma değildir. O, metafizik özünde bir tattır. Bu tat duyularla değil, ruhla algılanır. İşte modern hayatın kaybettiği gözlem de buydu: çağdaş insan, varlığın metafizik derinliğini algılama yeteneğinin giderek körelmesi, yani dünyanın tadını yitirme felciyle yaşıyor.

Peki, bu “dünyanın tadı” nedir? O, çevremizdeki her şeyde – Mescid-i Aksa’da, gotik bir katedralde, Shakespeare’in bir dizisinde, kadim bir ritüelde, hatta yaz gecesinin sessizliğinde bile – kutsallığın yankısını, aşkınlığın varlığını duyabilme yetisidir. Geleneksel dünyada, “bilim adamı” olmadan önce insan “dünyanın izi”ydi. Tarihin kokusunu duyar, geleneğin ağırlığını tadar, kendisini kozmik düzene bağlayan işaretlerin ve sembollerin dilini anlardı. Her şeyin bir yeri, bir anlamı ve kendine özgü bir tadı vardı.

REKLAM ALANI

Bugün ise tatsızlığın çağında yaşıyoruz. Modern devrim – ister bilimsel, ister siyasi, ister sosyal olsun – devasa bir tat silme süreci olmuştur. Cami/katedrali yıkıp yerine camdan saray diktik; destanı söküp yerine anlık psikolojik romanı koyduk; ritüeli hayattan koparıp onu estetik bir performansa indirgedik. Dünya düzleşti, kutsallığın gölgesinden arındırıldı, anlık faydanın ötesine geçen her anlamdan sterilize edildi.

Bu sadece kültürel bir değişim değildir; bu metafizik bir felakettir. Tadı yitirmek, dünyada yön bulma yetisini kaybetmektir. Tadı olmayan bir insan, resim galerisinde bir kör gibidir: tuvali elleyebilir, çerçeveyi ölçebilir, boyanın kimyasal bileşimini analiz edebilir ama sanatın özünü ne anlayabilir ne de yaşayabilir. Modern insanın dünyadaki hali de budur: her şeyi ölçer ama hiçbir şey anlamaz. Verisi vardır ama bilgeliği yoktur.

Bilgisi vardır ama anlamı yoktur. Gelenek’in gerçek rolü bize körü körüne uyulacak dogmalar listesi sunmak değil, tat alma sanatını öğretmektir. Kutsal olanla sıradan olanın, gerçek güzellikle çirkinin, hakikatin tadıyla yalanın tadını ayırt etmeyi öğretir. Gelenek, ruhun duyusal terbiyesidir. Modernist, bu geleneği yıkarak en temel algı araçlarından kendini mahrum bırakmıştır. Artık tatsız bir dünyada yaşamaya mahkûmdur ve parayı, teknolojiyi, basit duyusal hazları en yüksek tatlar sanmaktadır.

Böylesi tatsızlıktan çirkinleşmiş bir dünya karşısında cevap yeni bir devrim olamaz. Zira her devrim bu felcin bir parçası olmuş, anesteziyi daha da derinleştirmiştir. Bugün gerçekten devrimci olan tek eylem, aristokratik bir hatırlama ve reddediş eylemidir. Modernitenin kirli çakıl taşlarından içmeyi reddetmektir. Ruhun çocukluğunun tadını yeniden diriltme çabasıdır.

Bu, yasak kaynaklara dönmek demektir: Gerçek sanata, avangard olana değil; derinliği yaşatmaya çalışan edebiyata, şoke etmeye uğraşana değil; bilmeye yönelen felsefeye, deşifre etmeye saplanana değil. Çağımızın gürültüsü ve hızının ortasında, modernitenin hâlâ tamamen öldüremediği o büyük geleneksel sessizliğin yankısını duyabilmek demektir.

Bu durum yalnızca bir sorun değil; hem bir teşhis hem de bir dua’dır. Teşhis şudur: tatsızlık hastalığına tutulmuşuz. Dua ise şudur: algının yeniden doğması, şeylerin ağırlığa, anlama ve her şeyden önemlisi tada sahip olduğu bir dünyaya dönüş. O kaybolmuş kutsallık tadı, hayata gerçek değerini veren şeydir. Onsuz, anlık hazların göletlerinde susuzluktan ölen, çorak topraklarda sonsuza dek kazı yapan bir varlığa dönüşürüz.


Haberlerimize yorumlarınızı bekliyoruz.

REKLAM ALANI
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ