REKLAM ALANI

Suudi Arabistan’ın “Filistin devleti” hamlelerinin şifreleri

Suudi Arabistan’ın “Filistin devleti” hamlelerinin şifreleri
REKLAM ALANI

Suudi Arabistan Filistin devletinin tanınması için uluslararası girişimlerini yoğunlaştırdı. Peki bu stratejinin gerisinde hangi hesaplar yatıyor? Amaç Filistinlilere destek mi? Yoksa başka nedenler mi rol oynuyor’Suudi Arabistan’ın Filistin devletinin tanınmasına dönük uluslararası alanda girişimlerini yoğunlaştırması büyük merak uyandırıyor.

Bazı siyasi gözlemciler, Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’da barışı tesis etme fırsatını sunacağını söyledikleri bu girişimlerine hayranlık duyuyor, Körfez ülkesinin bu hamleleriyle “diplomaside ustalık dersi” verdiğini söylüyor.

REKLAM ALANI

Ancak diğer bazı gözlemciler ise Suudi Arabistan’ın “gösterişten ibaret” olarak tanımladıkları bu girişimleriyle aslında insan hakları ihlallerini örtbas ederek uluslararası alandaki kötü imajından kurtulmaya çabaladığına işaret ediyor.

Peki süreç nasıl ivme kazandı?

Aslında Riyad, Filistin devletinin daha fazla ülke tarafından tanınmasını sağlamaya dönük girişimlerini yaklaşık bir yıl önce yoğunlaştırmaya başladı.

Suudi Arabistan Eylül 2024’te Norveç ile birlikte “İki Devletli Çözümün Uygulanması için Küresel İttifak” girişimini başlattı. İlk toplantıya da Riyad ev sahipliği yaptı.

Daha sonra Aralık 2024’te, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yapılan oylamada devletlerin çoğunluğu İsrail ile Filistin toprakları arasındaki ihtilafın iki devletli çözüm ile çözülebileceği görüşünü bir kez daha teyit etti. 157 “evet” oyuyla kabul edilen karar tasarısında ayrıca Ortadoğu’da kalıcı, adil ve kapsamlı bir barış inşa edilmesi için konferans düzenlenmesi talebi de yer aldı.

Geçen hafta da Suudi Arabistan ve Fransa bu amaç doğrultusunda konferans düzenledi. Konferans sırasında ve sonrasında Fransa, Kanada, Malta, İngiltere ve Avustralya gibi pek çok ülke Filistin devletini şartlı olarak tanıma iradesini beyan etti.

Ayrıca konferans sonunda yedi sayfalık “New York Bildirisi” yayımlandı. Bu bildiri, Arap Birliği ve Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin yanı sıra Türkiye’nin de aralarında yer aldığı diğer 17 ülke tarafından imzalandı.

New York Bildirisi neden başarı olarak değerlendiriliyor?

İki devletli çözüme giden aşamalı bir yol haritası öngören bildiride 7 Ekim 2023’te İsrail’i hedef alan saldırıyı düzenleyen Hamas’a silah bırakma, elindeki rehineleri serbest bırakma ve Gazze’deki yönetimin liderliğini devretme çağrısı yapılıyor.

Bildiride, “Ayrıca İsrail’in Gazze’deki sivillere ve sivil altyapıya yönelik saldırılarını, işgali ve açlığı kınıyoruz, bu devasa boyutta bir bir insani felakete yol açmıştır” ifadeleri de yer alıyor.

Bildirinin Arap Birliği üyesi 22 ülke tarafından imzalanmış olması önemli bir gelişme olarak görülüyor çünkü bir çoğu ilk kez Hamas’ı bu kadar aleni bir şekilde kınamış oldu.

Suudi Arabistan’ın, Fransa ile birlikte bunu sağlamış olması, başarı olarak değerlendiriliyor.

Rice Üniversitesi Baker Kamu Politikası Enstitüsü’nün Ortadoğu uzmanın Kristian Coates Ulrichsen, DW’ye Suudi Arabistan’ın Arap ve İslam dünyasındaki konumunun taşıdığı öneme vurgu yaparken “Mekke ve Medine’nin yönetiminden sorumlu olması nedeniyle Suudi Arabistan’ın yaptığı her şey bir ağırlık taşıyor” değerlendirmesini yapıyor.

Suudiler neden şimdi bunu yapıyor?

Suudi Arabistan, Hamas’ın Ekim 2023’teki saldırısıyla başlayan Gazze savaşından önce İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye dönük adımlar atıyordu. Ama Filistinlilerin durumunu gözardı etmekle suçlanan Suudi Arabistan, aynı zamanda “Filistin halkına ihanet etmekle de” suçlanıyordu.

İşte bazı gözlemciler Suudilerin son hamlelerle Arap ve İslam dünyasındaki bu olumsuz imajından kurtulmaya çalıştığını iddia ediyor.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Uluslararası Körfez Forumu’ndan Suudi analist Aziz Alghashian ise kaleme aldığı bir yazıda aslında Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek istemesinin yeni bir gelişme olmadığına dikkat çekiyor. Bunun yanlış bir algı olduğunu vurgulayan Alghashian, “Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkileri normalleştirme isteği aslında 1960’ların sonlarına kadar uzanır” bilgisini paylaşıyor.

Bununla birlikte Suudi Arabistan’ın Filistin devletine, yani Ortadoğu ihtilafına iki devletli çözüm planına desteği de yeni değil. Hatta 2002 yılında Suudi Arabistan Kralı Abdullah (o dönem Veliaht Prensi) “Arap Barış İnisiyatifi” önerisini yapmış, aynı yıl Arap Birliği ülkeleri, işgale son vermesi ve bir Filistin devletinin kurulması şartıyla İsrail’i tanıma ve ilişkileri normalleştirme önerisini kapsayan insiyatife destek açıklamıştı.

Ancak zaman içersinden farklı nedenlerden ötürü bu insiyatif raydan çıktı. Özellikle Arap Baharı bölge ülke yönetimlerinin dikkatlerini kendi ülkelerine odaklamasına yol açtı.

Ama Gazze savaşı denklemi yeniden değiştirdi ve Suudi Arabistan başta olmak üzere pek çok bölge ülkesi artık Gazze’de yaşananları gözardı eden politikalar izleyemiyor.

Ve Ortadoğu uzmanın Kristian Coates Ulrichsen, geçen hafta kabul edilen New York Bildirisi’ni, 2002 yılındaki Arap Barış Girişimin’nin yeniden canlandırılması olarak değerlendiriyor.

Ulrichsen, “Şimdi, Gazze’deki durumun aciliyeti ve Batı Şeria’da kötüleşen şiddet olayları, muhtemelen Suudilerin bu kadar yıkım ve insani acı karşısında sessiz kalamayacakları hesabını yapmalarına neden oldu” diyor.

Diğer stratejik hesaplar neler?

Uzmanlar, Suudi Arabistan’ın Filistin devletinin tanınmasına dönük stratejisinde diğer bazı etkenlerin de rol oynadığı görüşünde.

Bunların başında Riyad’ın ekonomi stratejisi ve planlarının geldiği belirtiliyor. Suudi Arabistan bir süredir ekonomisini petrolden uzaklaştırarak çeşitlendirmeye çalışıyor, bu hedefine ulaşması için de bölgesel istikrar kilit önem taşıyor.

Arapça yayın yapan medya kuruluşu Raseef22, geçen hafta yayımladığı bir analizde “Suudi Arabistan, Arap Barış Girişimi’ni uluslararası öneme sahip bir siyasi kaldıraç haline getirerek Arap-İslam oy bloğu oluşturdu, Batı ile enerji ve deniz güvenliği müzakerelerinde nüfuz kazandı ve belki de en önemlisi, (Gazze) savaşı sonrası mimaride konumunu sağlamlaştırdı” değerlendirmesi aktarılıyor.

Girişimler sonuç verir mi?

Suudi Arabistan’ın Fransa desteğiyle yoğunlaştırdığı girişimlerinden sonuç alıp alamayacağı henüz belirsiz.

Kristian Coates Ulrichsen, “Henüz nereye varacağını söylemek için erken. Ancak İngiltere ve Kanada’nın Filistin’in koşullu tanınması konusunda açıklamalar yapması, Suudi-Fransız girişiminin ibreyi hareket ettirdiğini gösteriyor” diyor.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, geçen haftaki New York toplantısından sonra daha fazla BM üyesi ülkeye Eylül ayında yapılacak BM Genel Kurul toplantısı öncesinde bildiriye destek verme çağrısı yaptı. Bu çağrısının olumlu karşılık bulma ihtimali var.

Ama hem İsrail hem de ABD, Suudi-Fransız ortak girişimine eleştiriler yöneltiyor.

Trump yönetimi bunu “reklam amaçlı bir gösteri” olarak nitelendirdi. İsrail’in BM nezdindeki büyükelçisi ise konferans organizatörlerini “gerçeklikten kopuk tartışmalar ve toplantılar düzenlemekle” suçladı.

Oysa yorumcu ve yazar Faisal J. Abbas’ın geçen hafta Semafor için kaleme aldığı yazıda Suudi-Fransız diplomatik girişimin aslında ABD’nin stratejik çıkarlarıyla örtüştüğüne, bölgede çatışmalardan çıkış yolu sunduğuna dikkat çekti.

Bu yol haritasının bölgeyi istikrara kavuşturabileceğini savunan Abbas, “Bu sayede ABD’nin bölgede askeri müdahalede bulunması ihtiyacı azalabilir” görüşünü kaydetti. Uzmana göre bu aynı zamanda aşırı sağın Batı Şeria’yı ilhak etme talepleri ve diğer maksimalist pozisyonları terk etmeye istekli olması durumunda İsrail’e de uzun vadeli güvenlik garantileri sunuyor.

REKLAM ALANI
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ